SEVGİSİZ BİR TOPLUMDA YAŞAMAK

“Mucizeler pek çoktur ve hiçbiri insandan daha olağanüstü değildir.”

Sophocles, Antigone.

Konu başlığı belki ilk anda sizlere karamsar gelebilir. Ama yukarıdaki Sophocles’in Antigone’deki  sözleri bana hep ümit verdi verecekte.

Şu da bir gerçek ki eğer önümüze insanlık tarihini veya Türkiye’mizin tarihini koyarsak bu başlığın hiçte yalan olmadığı galiba ortaya çıkar. Bizler şu anda zaten sevgisiz bir toplumda yaşamıyor muyuz? Belki bu gerçeği kendi kendimize örtbas etmeye çalışıyoruz ama şunu unutmayalım çamurla sıvasak da gerçek gerçektir. Neden mi böyle söylüyorum? Asla sizlerin içini karartmak için değil, bir mücadelenin bir kavganın ve bir yolun çizgilerini daha rahat çizip gözler önüne sermek için, sizleri, hepimizi biraz hareketlendirmek ve birazda düşündürmek için böyle bir girişte bulundum..

Gelin yaşı kırkların üzerinde olan siz gençlerle geçmişe dönüp kısa hatırlatma ve karşılaştırmalarla nereden nereye geldiğimize önce bakalım. Bunu anlamak için çok fazla gerilere de gitmemeye kararlıyım. 1789 Fransız ihtilali dünya insanlarına kardeşlik, sevgi, barış ve eşitlik kavramlarını kazandırmış bunun devamı olan tarihlerde insanlar sevginin, kardeşliğin, eşitliğin önemini anlayarak kendi yaşamlarına yeni kavramlar eklemişti. 1900 lü yılların başında bu kavramlar bazı çevrelerin egemenliğine geçince dünya talihsiz bir sınav verdi. Takip eden 30 yıl içinde yine insanlar 1789 kavramlarını iktidar heveslerine umut vadederek alet etmeye başladılar, uygarlık denen canavar insanları ihtiras sahibi yapıyordu ve dünya ikinci bir kere sınav verdi. Ama bu kere bedel ağırdı. Milyonlarca ölü, ondan çok fazla yaralı ama daha acısı sonucu ve getirileri yüzlerce yıl sürecek korkunç genital yaşam bozuklukları. Bir anda insanların düşünceleri ve görüşleri değişti. Adeta Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan Atom Bombaları insanların beyinlerinde ve kalplerinde de patlamıştı. Bu haksızlığa uğrayan ülke intikam almayı planlıyordu. Sulhu, sükûnu ve toleransı felsefe edinen DOĞU ve GÜNEŞ’İN OĞULLARI artık bu kanıda değillerdi. Belki görünüşte hala bu öğretinin içinde yaşamlarını sürdürmekte idiler. Ancak bir başka çalışmaya girdiler ve tüm dünyaya uyuşturucu, kokain, esrar ve keyif vericiliğin ne olduğunu öğrettiler, bununla da kalmayıp yılların en eski mesleğini, kadın ticaretini kontrolleri altına aldılar. Karanlık sokaklarda ve odalarda başlayan bu intikam bugün artık Uzakdoğu, Orta Doğu ve Amerika üçgeninde karanlık güçlerin geçim kaynağı ve gücü oldu. Yüzyılımızın genç beyinleri ise bu intikamın kurbanları olmaya hala devam ediyorlar. Seks tuzağına düşen kızlar ve erkekler, uyuşturucu batağındaki gençler ve giderek dejenere olup çarpık ilişkilerle uğraşan bir nesil ve doğaldır ki bunun getirdiği acımasız sonuçlar. İşte sizlere günümüz yaşamının, sevgisiz ve karanlık yanı. Hepimizin çocukları ve yetiştirdiği gençleri var. Her gün onları okula gönderirken veya arkadaşları ile birlikte olmaları için dışarı çıkmalarına izin verirken, belli etmesek de, kendimize itiraf etmesek de, beynimizin veya bilincimizin en derin noktalarına ittiğimiz endişeleri var. Acaba, teröre, kötü alışkanlıklara veya başka yollara giderler mi? Belki hemen sizler Kuthan biz çocuklarımızı iyi eğittik onlara her şeyi veriyoruz bunlar senin kuruntuların diyerek bir öz savunmaya geçeceksiniz. Ama biraz sabırlı olun. Birazdan bu konuda da sizleri vicdan muhasebesine davet edeceğim.

Peki ya bunca olumsuz ortama, yaşam biçimine karşı hiç mi bir karşıt düşünce veya uyarı gelmedi, gelişmedi? Elbette reaksiyonlar oldu ve olmaya devam etmekte ve edecekte. Zaten evrenin ilk kuralı gereği düzen koyucu düzeni korumanın ilk uyarısını kendisi yaptı ve ilk uyarı Yaradan’dan geldi AİDS. Elbette ki doğanın kuralı olarak her siyahın bir karşıt beyazı olacağı gerçeği ile burada da karşı bir güç filizlenmeye başladı. Dilerseniz kısa bir tarihsel gezi ile gene günümüze gelelim. 1950’lerde başlayan bir akım giderek kendine taraftar buldu ve 1968 de bir kuşağa ismini verdi. 68’liler olarak bilinen bu kuşak artık yaşamın bireyselliğine inandı. Kişi kendisi idi ve kendine dönük yaşamı şekillendiren anlayışla çevresinde yeni tohumlar ekmeye başladı. Yılların getirdiği acıları ve sıkıntıları sevgisizlik kabul etti. Bunun için 1970’lerde çiçek çocukları denen bir akıma öncülük etti. Ama 68’liler bütün bu yatırım ve biçimlemelerine kendi şahsi egolarını da katarak gelişmekteydiler. Bir noktada 37-38 kuşağı olan anne, baba, öğretmen ve eğitmenlerine reaksiyon veriyorlar bir diğer yandan da karanlık güçlerle savaşıyorlardı. İşte bu 68’liler bugün dünyayı yönetiyor. Kendilerinin devamı sayılan ama onlardan biraz daha farklı 72 kuşağı ile biraz daha toplumsal ve biraz daha bugünkü deyimle globalleşme yanlısı olan bir jenerasyonla. Peki sonuçları? Onları halen yaşamaktayız ve ancak yıllar sonra sonucunu göreceğiz. Ne var ki şu an için söylenecek kısa bir ara özet var. İşte bugün ki ortamın bu kaos dolu yaşamında düzene açılan bir ümit ışığı. Nasıl var olacak ve büyüyüp gelişecek bu ışık? Sanırım konuşmanın başlığının da cevabı bu.

Yaşamınızda bir şey için mücadele vermeye başladığınızda, siz, ya o uğrunda mücadele vermeye başladığınız şeyi yitirmeye başlamışsınız demektir yada ona hiç sahip olamamışsınız da onu elde etmeye çalışıyorsunuz demektir. Uğrunda mücadeleye başladığımız o şeye sahip olunmadığının söylenmesi bugün için pek mümkün değil. Çünkü yıllar önce sahip olduğumuzu bildiğimiz erdem dolu bazı duyguları yitirmeye başladık. O halde onları tekrar kazanalım, güncelleştirelim. Ama bunun için onları tanıyalım çünkü bu gerekli.

Yitirmeye başladığımız kavramlara gelin bir göz atalım. Sevgi, kardeşlik, dostluk, iletişim, sadakat, tolerans, anlayış ve daha niceleri. İşte size çok güncel bir örnek hem de ulusal bir örnek son zamanlarda verilen laiklik ve Atatürkçü düşünce, Kemalizm ideolojisi kavgası.

Peki neredeydik biz. 1960-70 arası bizlere bu kavramlar çok ama çok iyi öğretildi. Hatta empoze edildi. Evet, biraz evvel söylediğim vicdan muhasebesine geldi sıra. Ya bizler bunu kendimizden sonraki kuşağa aktardık mı? Hayır. Niye? Bir reaksiyon mu idi? Dayatmacı, disiplinli, biraz pederşahi, otoriter, hafif baskıcı, yasaklar koyan, gelenek ve görenekleri korumayı prensip edinen, katı ahlak doktrinleri olan, yaptırımcı bir sisteme. İmkânsız kelimesini lügatinden çıkarmış, her şeyin sevgi, tolerans, ama başkalarının hakkının kendi hakkının önünde tutan ve salt insan saygısına dayanan bir despotizme.

Evet, bir reaksiyondu.

Yalnız buda değil başka konularda da biz çocuklarımıza bize verilenleri vermedik. Biz çocukları geleceğin değerleri olarak görmedik. Biz onları malımız gibi sahiplendik yetiştirmedik.

Kolejlerde, Avrupa’da öğrenim vererek değil aile olarak, gelenek ve görenek olarak yetiştirmedik? Bayramlarda bizlere yaptırılan büyük ziyaretlerini bizler yaptırmadık, akşam yemeğinde tüm aile fertlerinin katılmaya zorunlu oldukları akşam sofralarında onlara özgürlük verdik arkadaşları ile olsunlar diye böylece onların aile kavramlarını büyük saygısını yıktık. Yaş günü, evlilik yıldönümü ve diğer mutlu gün kutlamalarını ailece ve arkadaşları ile birlikte yapmadık sadece kendi dostları ile olmalarına izin verdik sevgiyi yok ettik. Aile sorunlarını onlara aktarıp onların fikirlerini almadık. Böylece paylaşımcılığı yok ettik bencil bir nesil verdik. Biz 68 ve 72 kuşağı. İşte reaksiyon buydu. Bu kuşak Doğunun yaydığı karanlığa da savaş veriyordu çiçek çocukları, sevgi ile.

Peki, nerede kaldı onlar? Bütün bir dünyayı sarsan inançları ile kuşaklara damgasını vuracakken neden yok oldu bu inançlar? Bence bunun cevabı.;

Onlar medeniyetin karşısında bu acımasızca yarattığımız uygarlık dediğimiz canavarın karşısında güçlerini koyamadılar ortaya. Çünkü korkunç zenginleşen ve erki eline alan BATI bu kez başka bir KAOS’u enjekte etmekteydi dünyaya. Binlerce kontrolsüz iletişim aracı, Televizyon, İnternet, Sinema. Bütün bu kanallar sonrasını göstermeden çünkü onlarda bilmiyorlardı, sahte mutlulukları, kavramları toplumlara enjekte etmeye başladılar. Özgürlük kavramını başkaldırı, kardeşliği ve paylaşımı birlikte yaşamak, barışı uyuşturucu, gelenek ve görenekleri tabu kabul ederek kuralsızlık, dinsizlik ve inançsızlık, sevgiyi seks olarak yönlendirerek kendilerince ileri, özgür, mutlu ve rahat bir toplum yarattılar.

Savaşlarla yıkılan ülkelere ekonomik darbelerde vurarak insanları ben kavramına zorladılar. Böylece korkunç bir kuşağın temeli atıldı. Bu kuşak artık yetişmişti. Yetişmişti ama ne pahasına.

İşte yine bu nesil, bu yaşam tarzın sonucunu aklı ile görmeye başlayınca çözümü toplumsallaşmada aramaya ve yeni kuşaklara bu kavramları empoze etmeye çalıştı. Yine batı bu kez yarattığı bu acımasız vahşi ve sonunu kendisinin de bilmediği, biraz da kontrolünden çıkan devin karşısında korktuğu için kendisine, yine DOĞA’nın kuralı olarak siyah gücün karşısında yeni bir beyaz güç yaratmayı düşündü.

İşte o zamanda bugün her şart altında mücadele veren yine 68 ruhunu, ideolojisini, hatta biraz da ta 1789’lara varan İnsan Hakları düşüncelerine kadar inen ve onun yapısını taşıyan ama bu ruhun sevgi yanını korumayı başaran bir avuç idealistle lionsları, rotariyenleri, sevgi vakıflarını, UNESCO ve daha nice sevgiyi, insanlığı, kardeşliği işleyen kuruluşları yaratmaya başladı. Bunu yaparken de 2.000 yıllık mazisi olan öğretiler öğretisinin de yardımını aldı. Bugün bu iki gücün savaşı devam etmekte bazen geçmişe özlemle kızmakta, bazen de sevgi ve toleransla yumuşamakta. Ama bir hedef ve iyi bir gelecek için savaş devam etmekte. Çünkü kaybetmeye başladıkları değerlere yeniden ulaşmak istiyor insanoğlu. Yarattığı uygarlık kavramının içine, ilerleme hedefinin ve amacının içine SEVGİ’’i ve İNSAN’’ katarak.

Bizler yaşamımızın her anında ve şeklinde insanların sevgisizliklerini, bencilliklerini her alanda hissetmekteyiz. Örneğin edebiyatta, sanatta, sinemalarda, müzikte daha birçok alanda insan bu kaos’unu ortaya koymakta. Bizler bunu da en rahat karşılaştırmayla hissetmekteyiz. Eğer sevgi dolu yıllardaki eserlerle bugünün eserlerini karşılaştırırsak bunları çok daha iyi anlarız. Sık sık tekrarlamıyor muyuz nerde o eski filimler, şarkılar ve hatta aşklar diye. Bazen mutsuzluğumuzu ilerlemeye, uygarlığa yüklemekteyiz. Oysa onu yaratan biz değil miyiz? Biraz evvelde dediğim gibi onu yaratırken içine acaba sevgiyi ve insanı mı koymayı unutmuştuk.

Dünyada en kötü şey her şeyin kötü gittiğine ve bunu asla düzeltemeyeceğimize kendimizi inandırmakla olur. Çünkü bu anda Yaratanın bize bağışladığı en kutsal şeyi ÜMİT’i yitiririz. Burada bizlere kişilere düşen çok önemli görevler vardır. Tıpkı şu anda sizlerin yapmaya çalıştığı gibi. Bir avuçta olsak yapmamız gereken şeylerin kararını verip ilk adımı atmalıyız. Bunun içinde önce kendimizden başlamalıyız. Tıpkı karanlık bir odada el yordamıyla yürümeye çalışırken bir anda bir yerden sızan küçücük bir ışık gibi karanlığa içimizdeki karamsarlığa ışık olmalıyız. Kendimiz ideal insan yapmanın yollarını aramalıyız. Ama bu ideallik yukarıdaki kaos’un istediği ideal olmamalı. Çünkü bizler kapıp koyuverdikçe çevremiz ve nihayet toplumda boş verici bir yaşamı tercih edecektir. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın felsefesinin ne denli yanlış olduğu bugün ortadadır. Yıllar sonra bizlere özgürlüğümüz, ilkelerimiz, inancımız ve yaşam felsefemiz için mücadele verdirdi o dokunmayan yılan. Ancak hala bundan ders almayanlar yok mu? Elbette var. Ama bir gün onlarda bunun farkına varacaklar nasıl mı? Bizlerin sayesinde. Çünkü bizler sevgisiz bir toplumda yaşayan bir avuç Don Kişot, Spartaküs ve Hayyam çevremize sevginin, mutluluğun, kardeşliğin harelerini yayacağız. Ancak böyle olunca doyumsuz, karanlıklar içinde kalan, mutsuz insanlık tekrar sevgi çocukları olabilecek. Unutmayın bir insanın mutluluğu ve liderliği kendi bilgisinden, sağlığından, sevgisinden geçer. Son derece rahat kuş tüyü bir yatakta yatmak kadar o yatakta yatacak huzurlu ve mutlu insanlara ihtiyaç vardır. Yaşam yolu çok kısa bir yoldur. Tıpkı bir rüzgârın bir yaprağı sallaması kadar kolay, kısa ve çabuk geçer. Bu kısa zamanda en doğru olan şey geleceğe iyi bir eser bırakabilmektir. Bu eser maddi veya manevi olabilir. Bunun içinde her şeyden evvel insanları ve insanlığı sevmek gerekir. Belki şu anda sizler KUTHAN bu kadar karamsar bir tablodan sonra bizler nasıl mücadele edelim diye düşünebilirsiniz. Ama korkmayın Yüce yaradan evrende her zaman dengeyi korumuştur ve bu dengeyi sağlama görevini de yarattığı en son varlığa teslim etmiştir. Bunu yapabilmesi içinde üç şeyi, düşünen bir akıl, sevgi dolu bir kalp ve hür bir ruh vermiştir yarattığı o muhteşem esere. İşte sizin silahlarınız bunlar sevgili kardeşlerim. Şimdi bu silahları iyiye, güzele ve doğruya kullanmak kalıyor. Ama bir kere daha hatırlatmak istiyorum. Çünkü geçmişlerinden ders almayanlar, geçmişlerini bilmeyenler karanlıkta ve geçmişlerinde yok olmaya mahkûmdurlar. İşte bu nedenle bir kere daha üstüne basa basa hatırlatmak istiyorum, etrafınız ne denli karanlık olursa olsun, ne denli, sevgisiz olursa olsun, ne denli kaos içinde olursa olsun lütfen sevginizi, insan sıfatınızı ve ruhunuzu aydınlık ve sıcak tutarak kullanın silahlarınızı..

Satırlarıma son verirken; dileğim bu gece yataklarınıza sevgi ile uzanır ve o tatlı rüyalar aleminize dalarken yüzyıllar öncesinden bize ulaşan şu sözleri hatırlayınız;

“Gerçi sarp ve zorlularla doludur sevginin yolları, Ama içinize ateş düştü mü, izlemekten geri durmayın.

Sizi kanatlarının arasına alıp saklamak isterse karşı koyun. Çünkü bilin ki bir an gelir, o kanatlarının arasından bir kılıç çekilir ve vurur inletir sizi.

Gerçi sözleri düşleriniz darmadağın edebilir, tıpkı kuzey rüzgârının bahçeleri darmadağın ettiği gibi. Ama sizinle konuştuğunda yine ona inanmamazlık etmeyin.

Çünkü başınıza TAÇ’I oturtacak olanda, sizi ÇARMIHA gerecek olanda sevgidir. Serpilip gelişmenizi isteyen de O, budanıp kalkmanızı isteyende O’dur.

Bir yandan yükseltinize erişip, güneşe erişen en ince kollarınızı bile sararken, bir anda geri dönüp köklerinize dek inerek sizi yeryüzüne bağlayan bağlarınızı sarsabilir.

Karşısındakine kendinden başka hiçbir şey vermez SEVGİ ve kendinden başka hiçbir şeyde almaz.

Ne kendinden başka şeylere sahiptir, nede kendisine sahip olunabilir.

Sevgi gelip sizi bulmuşsa “Tanrıyı yüreğimde taşıyorum.” yerine “ Tanrı’nın yüreğine eriştim” değin. Ve hiçbir zaman sevgiye yön vermeyi düşünmeyin, çünkü Sevgi, eğer sizi o değerde bulmuşsa kendi yönünü çizecektir.

Sevginin kendini kılmaktan öte hiçbir arzusu yoktur.

Ama eğer sevgiye kapılmışsanız ve tutkularınız olsun istiyorsanız şunları kendinize seçin derim;

TUTKUNUZ, sevginin içinde erimek olsun. Tıpkı geceye şarkılar söyleyen bir akarsu gibi akıp gidin,

TUTKUNUZ, aşırı duygusal davranışların getireceği acıları tanımak olsun,

TUTKUNUZ, kendi sevgi anlayışınızla kendiniz vurmak olsun, varsın istekle ve çoşkuyla aksın kanınız,

TUTKUNUZ, kanatlanmış bir yürekle sabaha gözleriniz açıp sevgi dolu bir güne başlayabiliyor oluşa teşekkür etmek olsun,

TUTKUNUZ, gün öğleye eriştiğinde oturup sevginin yüce heyecanını düşünmek olsun,

TUTKUNUZ gün akşama erdiğinde evinize minnet dolu bir yürekle dönebilmek olsun,

Ve yüreğinize gömdüğünüz sevgili için iyi bir şeyler dileyip yatın; dudaklarınızda onu yücelten bir şarkı olsun.” 

Dilerim öyle olsun,

Hepinizi yaratanın sevgisi ile ve ruhumun özgür aydınlığında selamlarım.

Kuthan SAVAŞÇIN

27.KASIM.1997