Sohbetimizin içeriğini daha net anlayabilmek için sizlerden ricamız, bizlere bunca yıldır birileri tarafından belli amaçlar için empoze edilmiş olan, gerçeklerle hiç de alakası olmayan fikirlerinizi ve takıntılarınızı en azından bu sohbet süresince bir kenara bırakmanızı rica ediyoruz.

Bunu yapamadığınız da ise sürekli bir karşılaştırma ve yargılama durumunda olacaksınız. 

Bilginin edinilen kaynağının aldatıcı bir kaynak olabilir mi diye düşünebilirsiniz.

Sahte bilgi, bilgisizlikten daha fazla zarar vericidir. Unutmayın, bilgi korur, ihmal ve bilgisizlik tehlike yaratır.

Eğer imanınız varsa, edinebileceğiniz hiçbir bilgi yanlış olamaz çünkü böyle birşey yoktur.

Size yanlış bir bilgi veya veri vermeye çalışan herkes ve herşey başarısız olacaktır.

Tüm varoluşun kökünde olduğu için, bilginin kabul ettiği şey, sizi yanlış veriyi benimsemekten koruyacaktır.

Yanlış veri bilgi değildir.

Bilgi koruma sağlar — ihtiyaç duyabileceğiniz tüm korumayı.

***

Takıntı bilgi değildir, takıntı atalettir.

Bu nedenle, kişi takıntılı hale geldiğinde, ruhsal gelişimin sağlanması, ilerletilmesi durdurulmuş olur, çünkü bu ancak gerçek bilginin edinilmesiyle mümkündür.

Bir şekilde bilgilerin üzerinde bir gölge veya bir leke oluşturduğunu düşünmeyin.

Gelişimin tüm noktalarında daha fazla bilgiye erişmek için gerçekten çaba gösterenler, herhangi bir fikir ile bloke olmazlar.

Eğer gelişip bilgi kazanmayı seçerseniz, hiçbir noktada hiçbir şey hakkında asla bloke olmaz veya takıntılanmazsınız.

Fakat eğer bilginizi sınırlandırmayı ve takıntılanmayı seçerseniz, o zaman kendinizi sürekli bloke olmuş halde bulursunuz ve bu durum tüm yaşam deneyimlerinizde kendini gösterir.

Bu, ruhun gelişimidir. Tamamen seçime dayalı birşeydir.

Eğer biri aydınlanmak yerine takıntılanmayı seçiyorsa, bu onun seçimidir!

Unutmayın ki takıntılar bilgiyi bloke eder ve bu da kişinin kendini negatif olaylara karşı koruma yeteneğini bloke eder.

 

Bilgiyi alırken sorularınızda yönlendirme yapmayın. Bilgi edinmeye yönelik gerçek çaba, her zaman tüm yanıtlara, tüm sorulara açık olmaktır.

Kişi en gerçek yanıtları, tüm olası yanıtlara açık olduğunda ve önyargılı olmadığında görür.

Yanıt arayışında yönlendirme yapmayın.

Bu da önyargıdır.

Ama eğer kişi olası yanıtlar arasında en gerçek olanını arıyorsa, önyargının buna müsaade etmeyeceğini bilmelidir. Dolayısıyla, eğer mümkünse, herhangi belirli bir sonuç türüne yönelmeyen sorular sorun.

Eğer kişi olası yanıtlardan en gerçek olanını istiyorsa, kendi algıları üzerinde çok durmamalı, sadece yanıtların akışına izin vermelidir.

Ön kabullerde bulunmayın. Şunu bilin ki, bir konuda bilgi kazanmanızın en basit yolu, önyargısızca en basit soruları sormaktır.

Büyük öneme sahip sorular sorarken yavaşlamanın ve önyargılı olmamanın faydasını görürsünüz.

Öğrenme ve bilgi toplama sürecinde çok çabuk hızlandığında, bastığınız zemine bakıp düşünmeden, yolu atlayarak geçmeye benziyor bu.

Böyle bir durumda kişi yoldaki çatlakların içindeki altınları ve değerli taşları kaçırır. 

Sizin gibi bu ateşi duyanlar ise nasılsa bilgiye erişimin yolunu bir şekilde bulacaktır.

Unutmayın, bir kez bilginiz olduğunda, perdeyi kaldırmışsınızdır!

 

Bilgi hakkındaki düşüncelerimiz ışığında konumuz olan PAGAN kelimesinin tanımına çok kısa göz atarak sohbetimize devam edelim.

Pagan sözcüğü zaman zaman Türkçede putperestlik olarak da kullanılır,  fakat paganizm ve putperestlik farklı anlamlar içerir. Akide (yani dini esas) anlamında monoteizmden uzak olan ve çok farklı uygulama ve ibadetler içeren dinleri kapsayan geniş bir din bilimleri terimidir.

Paganizm, özellikle İbrahimî Dinlere mensup olanlar tarafından bu dinlerin dışında kalan dinleri tanımlamakta kullanılır. İslam terminolojisindeki karşılığı müşrik yani “Tanrı’dan başkasına tapan” demektir. Hıristiyanlıkta ise pagan sözcüğü kullanılır.

Latince paganus (yani kırsal) sözcüğünden türemiştir. Özellikle ilk dönemlerden beri Hıristiyanlık, kırsal kesimlerden ziyade şehirlerde yayılmıştı. Böylece Hıristiyan olmayan kişi ile köylü neredeyse eş anlamlı hale gelerek pagan sözcüğü türetilmiştir.

Bu tariflerden de çok net anlaşılacağı gibi PAGAN belli bir din inancına ait olmayanlara verilen sıfat gibi görünmektedir.

Ne var ki bu terminolojinin ısrarla vurgulanıp, yayınlanıp, kişilerin dışlanması ise İSEVİ inancının özellikle ANADOLU üzerindeki etkilerinden sonra artmaya başlamış ve nihayet İZNİK konsülü ile de doruk noktasına ulaşmıştır.

Bundan sonra Muhammedi inancında da bu etki farklı kelime ve tanımlamalarla gücünü ortaya koyarak PAGAN inancını yok etmenin yolunu açmıştır.

Paganizmi çok tanrılı ya da putperest ilan eden tek tanrıya inananlar, aslında paganizmin tek tanrılı bir inanç sistemi olduğunu gözlediler.

Tüm canlıların tanrının birer parçası olduğunun da gizlediler.

Bunun yerine tanrı ve insan arasında bir ayrım yarattılar.

Bize Tanrı diye bir varlık olduğunu, bu varlığın kendinden başka bir malzeme kullanarak insanı yarattığını anlattılar.

Bu nedenle Tanrı ve insan ayrı bir şey oldular.

Bu durumda birlik ortadan kalkmış insan ve tanrı diye bir ikilik yaratılmıştır.

Bu ikilik durum dolayısıyla tarım devrimini başlatan ve paganizmi yerle bir eden anlayışın da temel hedefi ortaya konulmaktadır.

Her tür gelişim aracını kullanarak (bilim, felsefe vs) insanlığın kaderini eline geçirmek.

Bunun için her tür engeli ortadan kaldırmak.

En büyük engel Tanrı olduğu için de en nihayetinde onu ortadan kaldırıp onun tahtına oturmak.

Peki, PAGAN ne demek diye sorduğumuzda birçok farklı kesimden farklı cevaplar alırız.

Ama gelin bunları bir kenara bırakarak PAGAN veya PAGANİZM kelimelerinin gerçek anlamlarını bizler tanımlayalım ve İnsanın var olduğu andan bugüne kadar geçirdiği tüm evrimlerden ki, biz buna insanoğlunun yaşam siklüsü diyoruz, örneklerle de tanımımızı belgeleyelim.

PAGANİZM bir inanç sistemi olup yaşam siklüsünden TEK BİR YARATICI esası üzerine kurulmuştur.

Bu yaratıcı asla tarif edilemez, sıfatlanamaz, görülemez, duyulamaz, anlaşılamaz ve ulaşılamazdır.

Bu tanrı tüm GÖKLERİ ve tüm YERLERİ var edendir.

PAGANİZM de, Evrende tanrıdan başka bir şey yoktur.

Ondan başka bir materyal yoktur.

Dolayısıyla tanrı, yaratmak için sadece kendini kullanır.

Bundan dolayı da yaratılan her şey O’dur.

Bugün “paganizm” olarak adlandırılan o heterojen ve değişken düşünce sisteminin bütün çağları aşan ortak özelliği, evreni bir bütün ve tutarlılık içinde görme yaklaşımına dayanmasıdır.

Bu tanrı kendi işlerini, yarattıklarıyla olan diyaloglarını, kendinden eşlenik yarattığı aracılar kullanarak yapar.

Bu aracılar yaşam süresince ve ölümden sonra da hep vardırlar.

Bunlar O’nun güçlerinden güç alırlar.  Bunların DÜNYA için en büyük temsilcisi GÜNEŞTİR.

İşte bu sistemden de, bilinen en büyük inanç sistem olan GÜNEŞ KÜLTÜ doğmuştur.

Güneşin en büyük yardımcısı ve yine O’nun elçisi ikincil olarak AYDIR.

Bu güçten de AY KÜLTÜ doğmuştur.

Ancak bu kült her zaman esas olarak Güneş Kültünden esin alır.

İşte bu iki ana kült yıllar geçtikçe daha net anlaşılır ve araştırılır olmuştur. Belki de bilginin karanlık güç olmaması adına daha maddeleşerek Güneş Kültünü temel alarak Zeus, Apollon, gibi eril karakteri dominant olan kültleri, diğer yandan Ay kültünü temel alarak Demeter, Kibele, Atena, Artemis (Diana) kültleri gibi dişil karakteri dominant olan kültleri oluşturmuştur.

Bütün bu inanç sistemlerinin değişmez ve hiç vazgeçmedikleri şey ise TEK ve MUTLAK YARATICI inancıdır.

Daha sonraları bu kültler insanoğlunun dil ve yerleşim yerlerinin göçler nedeni ile değişmesinden dolayı birçok alt sınıflara ayrılmıştır. Bunlar;

Kuzey Avrupa paganizmi

İskandinav paganizmi

Asatru

Doğu Alplerde paganizm

Kelt politeizmi

Yunan mitolojisi

Roma mitolojisi

Fin paganizmi

 

Antik Yakın Doğu paganizmi

Mezopotamya mitolojisi

Kenan paganizmi

Fenike mitolojisi

Kartaca mitolojisi

Hitit mitolojisi

Nabat mitolojisi

Mısır mitolojisi

Arap mitolojisi

Orta Asya paganizmi

Şamanizm

Tengricilik

Türk Mitolojisi

Amerika paganizmi

Kızılderili paganizmi,

Aztek,

Maya

Neo-Paganizm

Wicca

olarak tarih sayfalarında ve araştırmacıların kataloglarında yer alırlar.

 

Bunlar içinde en çok araştırma yapılanları, Kelt, İskandinav, Yunan, Fenike, Hitit, Mısır inançlar sistemleridir.

Bizler şimdi bu kadar geniş ve her biri ayrı ayrı birer ansiklopedik çalışma gerektiren dalları bir yana bırakarak temelinde HİTİT ve YUNAN Pagan inancı olan ve FENİKE ve MISIR’dan da ticari etmenlerden dolayı etkilenen ANADOLU PAGAN inancını sizlerle sohbetimize devam ediyoruz.

Neden Anadolu derseniz bunun birçok nedenini bir yana koyarak iki ana nedeni temel aldık;

  1. Yaşadığımız Topraklar
  2. Belgeleyip anlayacağımız ve anlatabileceğimiz terminoloji

İşte şimdi sizlerle kısa ve sizlerin de belki bir gün yolunuz düştüğünde ziyaret edip göreceğiniz yerlerden derlediğimiz görsellerle süslediğimiz ANADOLU PAGAN İNANCI başlığı altıda yolculuğumuza devam edelim.

GÖBEKİ TEPE

İnsanoğlunun varlığından günümüze kadar geçen süredeki değişim ve gelişimlerini incelediğimizde inanç sistemlerindeki değişim ve dejenerasyon başka hiçbir yerde görülmemektedir.

Bugün adı her ne olursa olsun tüm inanç sistemlerinin gizli veya şekilsel tüm öğretilerinin kökeni en kadim sistem olan Pagan inancından izler taşır.

Bugün birçok kişi ve araştırmacı tarafından gerçekleri gizlenen bu inancın kutsal, korunan ve geçiş yolu üzerindeki gelişimi ile ilgili belgeler takriben M.Ö. 15.000 ile 12.000 yılları arasında başlamaktadır ve bu artık resmen ispatlanmıştır.

Bu bilginin son kanıtı, belki de en önemlisi hepinizin çok yakından bildiği ve dünyanın ilk tapınağı Şanlı Urfa’ya 12 km uzaklıktaki  GÖBEKLİ TEPE dedir.

Göbeklitepe neden önemlidir?

Prof. Klaus Schmidt başkanlığında yürütülen kazılar sonucu ortaya çıkan bulgular Neolitik dönem arkeolojisi ile ilgili mevcut inançları değiştirecek niteliktedir.

Göbeklitepe bulgularına kadar organize din ve tapınak yapılarının M.Ö. 6000 – 7000 yıllarında avcı toplumundan tarım toplumuna geçişle başladığı inancı yaygındı.

Ancak M.Ö. 12.000 yıllarına rastlayan Göbeklitepe’de, bölgede herhangi bir yerleşmeye ait bulgu olmamasına rağmen, ortaya çıkan tapınak ve tapınak elemanları, tapınak inşasının yerleşik topluma (yani tarım toplumuna) geçmeden çok önce başladığını göstermektedir.

Tek ve Yaratıcı bir güce ve bunun görünen, yaşayan temsilcisi GÜNEŞ’E adanan tapınaklar ve yaşam şeklinin inkâr edilemez sembolleri kazılarda yavaş, yavaş açığa çıkmaktadır.

Tek tanrı kavramının bugüne kadar tarım toplumunda başlamıştır inancı Güneydoğu Anadolu toprakları üzerindeki bu tapınak ile yok olmuştur.

Yerleşik düzenin yani tarım toplumunun en somut belgelerine ulaşıldığı bugün ve bu konuda en net bilinen, M.Ö. 6000 yıllarına dayanan Stonehenge gibi yapılara rağmen onlardan çok daha sağlam, olarak ayakta kalan avcı döneme ait yapılara ulaşılmıştır.

İşte bunların belki de en önemlisi hepinizin çok yakından bildiği GÖBEKLİ TEPE de olup bu bilginin son kanıtı olmuştur.

Kısmen yorumlanmış olmalarına rağmen bu bulguların önemi ise TEK ve YÜCE bir varlığın kabul edilmiş olduğu ve bu TANRI’nın görünen eril ve dişil yanlarının varlığıdır.

Bu yanlar Güneş ve Ay ile sembolize edilmiştir.

Göbekli tepenin çok detaylı ve belki de tek başına bir konferans konusu olabileceğini belirtelim. İlgilenen kardeşlerle bu konuya daha sonra sohbet edebiliriz. Şimdi M.Ö. 4üncü ve 5inci Yüzyıllarda yapılmış eserlerin mimarisine pagan öğretilerinin nasıl yansıdığını incelemeye devam edelim.

YERLEŞİM YERLERİNİN YÖNLERE GÖRE KURULMASI

Pagan sisteminde Güneş yaşayan ve yaşatan en büyük GÖKSEL güçtür.

Onun doğumu da batımı da kutsaldır.

Bu esas ve inanç olgusu bir yerleşim yerinin oluşumunda da etkin olmaktaydı.

Kurulmakta olan şehirde kutsal gücün izlediği yol asla tali bir yöne alınmamalıydı.

Dolayısıyla da yapılacak her kutsal bina DOĞU-BATI istikametinde olmalıdır.

O halde şehirde ne olursa olsun kutsal binalar ve yönetim binaları DOĞU-BATI istikametinde yerleştirilmektedir.

Bu nedenle de yerleşim yerleri KUZEY-GÜNEY doğrultusunda olmaktadır.

Yerleşim alanının korunması, daha güvenli hale getirilmesi için de genellikle vadi veya dağların aralarına kurulması tercih edilmiştir.

Ve bu durumda şehrin kuzey yönü mutlaka dağa yaslanmalıdır.

Burada önemli olan bir diğer yanda, şehrin kuzeyinin dağ veya tepe olması büyük afet ve soğukları kısaca meteorolojik olumsuzlukları kısmen engellemek içindir.

İşte bu yaslanan yerde de o şehrinden sonsuz yaşama göç edenlerin ebedi yerleri yani KAYA MEZARLARI yer almaktadır.

Bunlar iki nedenle kayalara oyulmaktadır.

Birincisi göğe ve güneşe yakın olmaları dolayısıyla ruhlarının daha az yol kat etmesi ikincisi ise ulaşılamaması ve rahatsız edilmemeleri içindir.

İşte bu iki neden Anadolu da KAYA MEZARLARI sistemini oluşturmuştur.

Burada ki mezarlar, en büyük iktidar sahiplerinin, inanç yöneticilerinin ve kâhinlerin mezarlarıdır ve bunların bulundukları yer tepenin mümkün olan en üst noktasındadır ve büyük ihtişam içerisindedir.

Peki, bu mezarlar nasıl yapılmaktadır.

Bu mezarlar genellikle tutsak edilen veya eli silah tutmayan köylülerce yukardan aşağı sarkıtılan ipler üzerinde o devrin ve bugüne hiç değişmeden gelen çekiç ve taşçı kalemi ile yontularak yapılmıştır.

Böyle bir mezarın inşasında da onlarca insan ölmüştür.

Bunlar düşme ve ömür yetmezliği gibi nedenlerle gerçekleşmiştir.

Bu bilgiye değerli dostum Arkeolog ve heykeltıraş Tuğrul SELÇUK’un Finike kral mezarlarında yapılan kazılar sırasında elde edilen belgelerin tercümesinden ulaşıldığını belirtelim.

Çıkan yazıtlar ve okunabilen belgelerden anlaşıldığı kadarı ile o devirlerde büyük işgal ve savaşlar yaşanmamıştır.

Bütün sıkıntılar yaşanan doğal afetlerin getirdiği zararlardan korunmak amacıyla yapılmıştır.

Bunun en net göstergesi ise Burdur Ağlasun bölgesinde şu anda yapılmakta olan Sagalassos kazılarında tepelerde sadece gözcü kulelerinin olmasıdır.

Tarihine bakıldığında da evet belki tarihi boyunca 5-6 kere el değiştirmiştir, ancak kale ve sur yapımı hemen, hemen hiç olmamış ve yıkılışı da doğal afetle olmuştur.

Bu afetlerden birisi deprem, diğeri su baskını ve diğer ikisi de muhtemelen dengesiz kullanma veya depreme bağlı olarak su kaynaklarının kuruması olduğu tarihsel belgelerden anlaşılmaktadır.

Bugün Anadolu toprakları üzerinde bilinen Pagan ve özellikle de Güneş ve Ay kültünün ortak olarak yaşadığı en önemli dört veya beş kadim eserden birisi olan ve büyük bir konsorsiyum tarafından yönetilen kazı çalışmaları ile tamamlanan bu eseri isterseniz çok kısaca anlatmaya çalışalım.

Bu kadim yapıda da çok net görülen şey şehrin Batısında çok büyük bir kutsal mekânın olmasıdır. Bu kutsal mekânın KUZEY yönüne bakan yüksek anıtın üstünde bir üçgen içinde ortada bir güneş kursu vardır.

Anıtın diğer üç tarafında da farklı yüz ve motiflerle süslü 3 Doğu 3 Batı ve 4 Güney yönünde dans eden kızlar vardır.

Şehrin tam ortasında bulunan Nympheum ve meclis mekânının altındaki kutsal toplanma alanında yedi cepli ortadaki cebinde su çeşmesi olan diğerlerinde de Tanrının şekillenmiş halinin sembolü olan Ölümsüz İnsan varlıkların  Birinci ve Altıncı nişlerde 2 Adet Dionysos ile Nemesis, Asklepios, Glykon imzalı heykel kaidesi ve Koronis’e ait heykeller vardır.

Bu heykellerin kullanılması ifade ettikleri güçlerle ilgilidir.

Genel olarak Zeus, Apollon, Hermes Güneş mitinden, Athena, Ares Ay mitinden,  Dionysos hem güneş hem ay mitinden esinlenmiş olmalarına rağmen işleri olarak, sağlık, bereket, doğum, afetlerden özellikle su afetlerinden korunma, savaş gücü gibi işlerin temsilcileridirler.

GÖKSEL VE TOPRAK GÜÇLERİNİN SÜREKLİ DENGE HALİNDE OLMASI

Değerli kardeşlerim bahsettiğimiz büyük eserde de görüldüğü gibi yaşayan insanoğlu tüm varlığı boyunca garip bir şekilde en yüce varlık yerine sürekli onun temsilcilerine yakarıp yardım ve destek istemeyi seçmiştir.

Bunun için de, göksel güçlerin ve toprak güçlerinin sürekli denge halinde olması için uğraşmış ve bu denge herhangi bir tarafa doğru değiştiğinde de diğer taraftan yardım istemiştir.

Yapılan adakların ve verilen kurbanların tamamı bu denge üzerine olduğu içinde verilen adağın şekli ve töreni hep farklı olmuştur.

Eğer toprak güçlerinden bir yardım istenecekse kan akıtılmış, eğer göksel güçlerden yardım istenecekse de müzikler, içecekler ve eğlenceler tertip edilmiştir.

Belki bu sizlere garip gelecektir. Ancak hemen şunu belirtelim ki yer veya yeraltı, karanlık ve yok oluştur.

Yer altı tanrıları genelde ölüm ve kan getirmiştir.

Örneğin deprem, yanardağ gibi. İşte o dönem insanının inancı olarak, ölümle sakinleşen yer altı tanrılarının çok fazla zarar vermemesi için, kendilerince kan akıtarak, zararı önlemeye çalışmış olmaları muhtemeldir. Belki de enerji transferi içindir.

Göksel afetler ise özellikle yağmur ve sel olmasına karşın devamında verim artmaktadır.

İşte bu nedenlerle de su gibi akışkan içki ve armonik ses yani gök gürültüsü ve yağmur sesinden de esinlenerek müzik ve gürültü yapmakla da göksel tanrıların tatmin olacağına inanılmış olması normaldir.

Bugün bile bu geleneği sürdüren Afrika kavimleri yağmur dansına çıkmakta veya yanardağ ve deprem olduğunda da sunak yerlerinde küçükbaş hayvanlarını hemen kurban etmektedirler.

Ancak her ikisinde de ortak olarak yakarış şekli aynıdır.

Bu da yere yani toprağa kapanarak ve adeta Muhammedi inancındaki (yani İslam’daki) namaz şeklindedir.

Bu ibadet şekli de Güneşin doğumu ve tam öğle vaktinde (yani güneşin en tepede olduğu zamanlarda) göksel güçlere; güneşin batımı ve tam gece yarısında da toprağın güçlerine yapılarak gerçekleştirilmiştir.

Burada amaç Ulu Yaratıcının temsilcisi

  • GÜNEŞ’in doğumu için şükür,
  • Öğlen verdiği nimetler için teşekkür,
  • GÜNEŞ’in batışındaki yakarış ise tekrar doğması için ve eğer bu batış kendi hatalarından kaynaklanmış ve güneş öfkelenmiş ise özür dileme,
  • Tam gece yarısında ise karanlığa yani AY’a GÜNEŞ’i serbest bırakması için ricadır.

Bu son bahsettiğimiz konu ise çok geniş ve çok derin bir konudur.

Ancak sohbetimiz ile yakından ilgili olduğu için, genel olarak bahsedeceğiz.

 

 

GÖKSEL SEMBOLLER

Göksel sembollerin başında GÜNEŞ var demiştik.

Bu sembol insanoğlunun var olduğu ilk andan beri kendisinin yaşam kaynağı kabul ettiği en büyük ve kutsal semboldür.

Her zaman ad verilemeyen, görülmeyen, tanımlanamayan ve ulaşılamayan Yüce Yaradan’ın, maddeleşmiş ulaşılabilir, görülebilir sembolü olmuştur.

Tüm öğretilerin garip bir şekilde kaynağıdır.

Tüm öğretiler, kendi içlerinde ulaşılması hedef kabul edilen ilk sembol olarak Güneşi kullanmışlardır.

Güneş bildiğiniz gibi insanoğlunun etrafındaki olayları algılayabilmesini sağlayan yani beş duyuyu kullanabilmesini sağlayan bir enerji kaynağıdır.

Işığı yayandır.

Gücün sembolüdür.

Sistem içinde, sistemin merkezinde, kontrol mekanizmasını yöneten olarak bilinmektedir.

Ve insanoğlu da tüm yaşamını bu gücün yaşam düzenine göre ayarlamıştır.

Zamanı, yaşamı ona göre kurgulamıştır.

Onun hareketlerini izlemiş ve öğrenmeye yorumlamaya çalışmıştır.

Olmadığında da onun parçası saydığı diğer bir güç kaynağını onunla eş kabul etmiştir.

Güneş ufuk çizgisinden doğumundan başlayarak yine ufuk çizgisinde yok oluşuna kadar geçen sürede zaman kavramının şekillenmesini de sağlamıştır.

Onun hareket ve sistemini inceleyen bilgeler yaşam sürecini de aydınlık ve karanlık olarak iki bölüme ayırmışlardır.

Karanlıkta hiçbir şey yapamadıkları için korku, endişe, zayıflık, acz ve yetersizlik yanları ağır bastığından, dışarısı ile yani Doğa ile olan mücadelesinde, önce kendini güvene alır.

Bu andan itibaren korunma güdüsü harekete geçerek, kendisini karanlıktan koruyacak güçleri aramaya başlar ve doğal olarak ta bunu gökteki ışıklı cisimlerde bulur.

Bundan sonra artık daha güven altındadır.

Gökteki en yakın rehberi AYDIR.

Ay ona GÜNEŞİ ve AYDINLIĞI yeniden DOĞURANDIR.

Ölümden sonra yeniden yaşamı başlatandır.

Tıpkı yavru veren ANA gibidir.

Böylece Ay’ın DİŞİLİĞİ ortaya çıkar.

Güneş ve ay zaman, zaman gökyüzünde birlikte görünmektedirler ve ilginç bir şekilde bu dönemde hava yumuşak, yağışlı, toprak bereketli olmaktadır.

Bu da TANRININ insan için bir lütfu sayıldığından artık gökte iki TANRI vardır.

Birisi erkek, koruyucu, yaşam kaynağı, GÜNEŞ; diğeri doğurgan, bereketli, yol gösteren AY.

Böylece göksel bilim yeni bir boyut daha kazanmakla kalmıyor toplumda kadın da tanrısallaşıyordu.

Ve gökteki DİŞİL tanrı bazen çok acımasız olabiliyor, suları yükselterek sel baskınlarına sebep olup, depremler yapıp ceza verebiliyordu.

O halde tıpkı erkek tanrı gibi dişi tanrıyı da mutlu etmek şarttı.

Ne var ki dişil tanrı KARANLIĞIN tanrısı olduğu için genelde KANLA tatmin oluyordu.

Çünkü depremler ve su baskınları ölüm ile sonuçlanıyordu.

Güneş ise babacandı o nedenle de ona uyan ritüeller müzik, dans ve içki idi.

Böylece inanç sistemlerinde de DUALİTE devri başlıyordu.

Gökyüzü artık bu esas üzerinde yeniden kodlanmaya başladı.

Gruplar yeniden yorumlandı.

Ancak GECE her zaman daha güçlüdür.

Çünkü TANRILARI veya Onların temsilcileri görülüyor ve daha rahat konuşulabiliniyordu.

Bu nedenle tüm ayinler ve ibadetler kâhinler tarafından yavaş, yavaş geceye yani karanlığa kaydırılmaya başlandı.

Bunun iki temel niteliği vardı.

  • Sessizlik ve daha rahat konsantrasyon
  • Gücün ve / veya yalanın saklanması

Göksel tanrıları daha derin incelemeye başlayan ustalar sistem dışında bazı gökcisimlerinin sabit bir yol üzerinde hareket ettiklerini sürekli aynı zaman periyodunu takip ettiklerini ve diğer cisimlerden farklı olarak sabit ışık yaydıklarını gözlemlediler.

Bunlara farklı adlar taktılar. Bugün gezegen sıfatı alan bu sistemin, sabit ışık yaymaları nedeniyle göksel tanrıların isimlerini verdiler.

Mars, Merkür, Jüpiter, Venüs gibi.

Bu isimler verilirken de yine onların davranış biçimleri ve doğal hava ve yer hareketlerindeki fonksiyonları ön plana alındı.

Mesela her gün doğumundan evvel doğu ve gün batımından evvel batı ufkunda beliren bu çok güzel gök cismine VENÜS ismini koydular ki bu bildiğiniz gibi güzellik tanrıçasının ismidir.

Gökyüzünde nerdeyse aya yakın büyüklükte, her çıkışında gökteki hareketleri düzenlermişçesine görünen bu cisme, en büyük anlamında, Jüpiter adını verdiler ve yüzlerce yıl dünya üzerinde Jüpiter tapınaklarının yapılmasına ve gerek arkeolojide, gerekse sanat tarihinde bir tarz olan yapı kültünü yarattılar.

Bütün bu sistemleri çözümlemeye çalışırken de ustalar veya kâhinler önceleri bunların değerlerini ve varlıklarını sayılar sistemi denen bir aritmetik yapı içinde ve sonrada bir geometrik düzen sergilediğini gözlemlediler.

Bundan sonrada günümüzde astronomi denen bilimin ilk adımları atılmaya başlandı.

Bugün astronominin temelini oluşturan ana kuralların o kadim dönem bilgilerini esas aldığını gönül rahatlığı ile bu işin eğitimini almış bir kişi olarak söyleyebilirim.

Bu sayılar dizisi ve geometrik yapı sonunda zaman denen akan süreci de içine aldığında iş artık döngüsel oldu.

Küçük değişiklikleri çözmek ise maharet ve bilgiye dayandı.

Biraz önce Pagan öğretisinin iki ana kült oluşturduğundan bahsetmiş idik.

Güneş kültünün yani ana kültün temsilcisi GÜNEŞ yani ERİL güç, MISIR mitinde, birçok papirüs ve özellikle ÖLÜLER KİTABI’nda da çok net anlatıldığı gibi aydınlık yani gündüz seyahatini tamamladıktan sonra karanlık âlemi ziyaret eder.

Bu ziyaret bir inanca göre dinlenme ve enerji toplama, ama asıl olarak kendisini tamamlayan, yani bütünlüğe ulaştıran kadim dişi yanla birlikte olma yolculuğudur.

Çünkü AY her zaman GÜMÜŞ, yani DİŞİLDİR. Tanrının DİŞİL yanını, yani DİŞİL ENERJİ’yi sembolize eder.

Bu yolculuk da eril ve dişil yan, bir olarak mükemmelliğe ulaşmaktadır.

Yani Güneş ile Ay bir birliktelik yaşamaktadır. Bu yaratılışın en önemli egosu olan cinselliğin deneyimlenmesidir.

Çünkü bu yaratılan mekânın yani Dünya’nın CİNSELLİĞİN yani DİŞİL ve ERİL duyguların farkındalığı için var edildiği inancı vardır.

Bu nedenle de DÜALİTE esası uygulanmaktadır.

Bu esas etmen daha sonraları insanoğlunun yarattığı birçok dualitenin de temelini oluşturacaktır.

Burada ki bahsedilen dualite ise temelde farkındalık bilgisinden kaynaklanmaktadır.

Bu da Cennet denen kemâl mertebesinde (Melakut Âleminde) yaşanan teklik bilincinin farkındalığı için efsanelerde anlatılan ve adına CENNETEN KOVULMA adını verdiğimiz farkındalık bilgisinin öğrenilmesi sınavıdır.

Bu sınavda etkin rolü oynayan DİŞİL yan olduğu ve ERİL yanı zor sınavlara sürüklediği için de hep KARANLIK YAN olarak sınıflandırılarak aşağılanmıştır.

Oysa DİŞİL yan DOĞURGAN özelliği ile daha çok TANRISALLIK sıfatını taşımıştır ve taşımaktadır.

Bu dönemde erkek ve kadının cinsiyet farkı gözetilmeden eşitliği yaşadığı, ancak “manevi liderlik” alanında, kendisi de “doğurgan bir yaratıcı” olan kadının biraz daha öne çıktığı oldukça uzun bir evredir.

Elbette bu sosyal yapıda, yerleşikliği getiren temel olgu durumundaki tarımın, kadınlar tarafından geliştirilmesinin etkilerini de göz ardı etmemek gerek.

Derken, en az altı yedi bin yıl süren bu evre, daha önceki söyleşilerde gündeme getirdiğimiz göç, doğal afetler gibi farklı değişkenlerin devreye girmesi sonucu, ciddi bir kırılma noktasıyla “erkek-egemen” yapıyı gündeme getirmiştir.

İnanç ve düşünce sistemlerinin de bundan ciddi biçimde etkilendiğine tanık oluyoruz.

Farklı görünüm ve dışavurumlarıyla evrenin tek egemeni olan “Büyük Anne”, ilkin bu konumunu bir “yardımcı eril tanrı” ile paylaşmaya başlıyor; zaman içinde eril tanrı ve onun farklı görünümleri öne çıkıp tanrıçayı görünürde daha arka plana doğru itiyor; aynı dönemde sosyal yapıda da kadınların statüsünün ciddi biçimde gerilemeye başladığına tanık oluyoruz.

Böylelikle de yüzyıllardır insanoğlu ERİL yanı yaşamının her yanında dominant kılmıştır.

Bu kısa yorumdan sonra tekrar konumuza dönersek Sanal yaşam, Kâmil enerji katmanında (MELAKUT ÂLEMİNDE) Kadim FARKINDALIK ve BİLGİYE ulaşılmak arzusunu taşıyan varlığın yaptığı bir yolculuktur.

Yıllarca birçok efsanede bu öğreti ELMA ile sembolize edilmiştir. Bugünkü yorumlarda ise bu meyvenin İNCİR olduğu anlaşılmıştır. Sembolize edilen öğreti de ise ulaşılmak istenen yol, CİNSELLİĞİN kölesi olmadan çoğalmanın, maddesel olarak denenmesidir.

İnsanoğlunun CENNET diye adlandırılan MELAKUT âleminden KENDİ ÖZGÜR İRADESİ VE SEÇİMİ ile ayrılmasının nedeni budur. YARATICININ zor sınavlar verdirmesinin nedeni de köle olmadan yaşanacak olan CİNSELLİĞİN FARKINDALIĞINA varılmasıdır.

Ancak bu cinsellik TANRISAL bir cinsellik olmalıdır. Bunun için de biraz evvel de bahsettiğimiz gibi yenen meyve sembolü İNCİRDİR.

Çünkü İNCİR HETEREZİGOT yani ÇOK EŞEYLİ dir. Hem dişil ve hem Eril yanı üzerinde taşıyan bir meyve ağacıdır. ÇİÇEKLERİNİ kendi üzerinde dölleyen TOHUM’u kendi meyvesi olan bir özel bitkidir.

Bu da hedefin HETEREZİGOT bir yapı olmasının sembolüdür diye düşünülür.

Varlıkta ayrılan ve gelişmeye başlayan bu CİNSELLİK BİLİNCİ nedeni ile de SÜDUR yani KENDİNDEN VAR EDİŞ kapatılmıştır.

Bu da TANRISALLIĞIN sonudur ve ÖLÜMLÜLÜĞÜ gerektirmektedir.

Ancak iki varlık TEK olmanın FARKINDALIĞINA vardığında, tekrar TANRISAL olup artık bir daha DOĞMADAN ve ÖLMEDEN varlığını sürdürecektir.

İşte bu bilgilerden dolayı GÜNEŞ de aynı sınav için yer altına girdiğinde AY’ın cazibesine kapılıp orada kalmaması veya AY Tanrıçasının cinsel cazibesini kullanarak GÜNEŞ TANRISININ doğumunu engelleme düşüncesine karşın bir yakarış ve rica inancı oluşmuştur.

Aynı uygulamayı efsanelerde ve MISIR hiyerogliflerinde de gördüğümüz gibi, Adana Osmaniye bölgesinde ki ASLANTAŞ MİLLİ PARKI olarak yeniden yapılandırılan büyük kazılarda rastlıyoruz.

Yaratıcının sembollerinden biri de aslandır ve yaratıcı, karanlıkta da aydınlıkta olduğu gibi her şeyi bilir. Bu iki öğretinin  anlatımını, mabed duvar diplerinde, yan yana veya sırt sırta duran aslanların gözlerindeki kemik ve üstüne konan siyah taş sembolünde de görmekteyiz.

Bu ritüelin veya inancın bir devamı olarakta ölen insan bedenlerindeki RUHUN karanlıklar vadisindeki nehirlerden geçerken kendisine rehberlik edecek kadim bilge ve kayıkçıya verilmek üzere gözleri üzerine konan altın veya gümüş paraların bir nevi ışığa ulaşmak istemenin ve TANRISAL kurtuluşun sembolü olarak uygulandığı da kayıtlardan anlaşılmaktadır.

Burada esas amaç ise, ruhun kendini tamamlayacak olan dişil yanın yani karanlık yanın etkisi veya cazibesi ile orada kalmayıp onunla bütünleşerek ışığa yürümesi, böylece karanlık yanını yani dişil yanını da özgür kılabilmesi içindir.

KABALA – DUALITE

Bu dualite inancı daha sonra gelen birçok kadim bilgelik içinde de kendini göstermektedir.

Bu kadim bilgilerden günümüz disiplininde en çok bilinen kabalada da mevcuttur.

Öğretinin temelini oluşturan görünmeyen AYN-SOFT’tan sonra gelen güçle yaratılan ilk halkadaki İhtiyar yüzlü KETER sonsuz yaratıcının varlığını, iki yanındaki yuvarlak ise Güneş Kutru BİNAH – UNDERSTANDING ile ERKEK ve Ay Kutru HOKMAH – VİSDOM ile DİŞİL yanların sembolüdür.

Ancak tüm bu düzen AYN-SOFT tarafından konmuş ve şaşmaz MAAT KETERİN tam altında, perdeli silik halka ile gösterilen kurallarla yönetilir. Bunu da ancak o eğitimi alanlar kullanır.

Kabala inancını araştıran kardeşlerim çok iyi bilirler ki hiçbir KETER AĞACIN’da AYN-SOFT belirlenmez.

O gizlidir. Ama bir kopya olarak onun tam TERS aksinde MALKUT yani MADDİ SİYAH TANRI topu veya yuvarlağı ağacın en altında yer alır.

Aslında bu bir alt evren veya enerji katmanının AYN-SOFT’tudur. Bu bilgi ise çok KADİM ve GİZLİ olup ona sahip olanlara da RABBİ sıfatı verilir.

PAGAN veya ŞAMAN veya KÂHİN

İşte Güneş veya Ay mitinde de PAGAN veya ŞAMAN veya KAHİN sıfatları da PAGAN öğretisi için aynı anlamı taşır.

Pagan sisteminde kesinlikle yaşanan hayatta yapılan iyilik ve kötülüklerin bir gün hesabının verileceği bir mahkemenin olduğuna ve buna bizzat en yüce ve tek olanın başkanlık edeceğine inanç vardır.

Bu mahkemenin yargı noktası da kalp ile sembolize edilen VİCDAN’DAN başka bir yer olmadığı inancı mevcuttur.

Bu nedenle de her varlığın omuzlarında kayıt tutan bir denetçi gücün olduğuna inanılır.

Yaşamı sürekli gözetleyen güçlerin varlığı kabul edilir.

Bu tarihsel yazıtlarda da önümüze çıkmaktadır.

Gaziantep Aslantaş tepesindeki müzede gördüğümüz kral heykelinde de bu sembolize edilmektedir.

Pagan sisteminde dans ve müzikle yapılan ibadetlerin çokluğu ve zenginliği, TANRININ insanlara çok da sık kızmadıklarını göstermektedir.

Bu işin belki esprili tarafı da olsa KORKULACAK BİR TANRI yani KORKUNÇ ve CEZALAR yağdıran bir tanrı anlayışı olmadığı “çok kızmayan” ifadesi daha doğru gibi gelmektedir.

Günümüz inançlarında GÜNAH-YASAK- gibi hatta CEHENNEMLİK suçlar olarak nitelendirilen suçların olmadığı bir sistemde ibadetin yapılması nelerin, neden ve ne şekilde değiştirilerek kimlerin, nasıl ve ne için bir şeyler elde etmeye çalıştıkları belki daha açıklanabilir hale gelmektedir.

Hiçbir kitapta ki ENOCH KİTABI da dâhil CEHENNEM tasviri açık ve detaylı verilmemiş sadece koridorlar, mahzenler ve ateş ile anlatılmıştır.

Oysa bizler biliyoruz ki ATEŞ RUHUN, VİCDANIN temizleyicisidir.

O halde acaba CEHENNEM bizlerin VİCDANIMIDIR? Bu şekilde sormak belki bir yorum kapısı açar.

En eski kültlerden biri sayılan GÜNEŞ mitinin halen etkinliğini sürdürdüğü Güney Doğu Anadolu’da eski yazıtlar ortaya çıktıkça Tanrısal cezanın ancak afetler olduğu da anlaşılmaktadır.

O halde bu iyi ve kötü yargılamasının, kişinin kendi vicdanı ile yapacağı bir yargılama olması daha doğal görülmektedir.

Bunun en kalıcı ve bilinen tasviri ise MISIR ÖLÜLER kitabında da anlatılan ve TOTH (HERMES)’in hâkimliğinde yapılan yüreğin Tüyle tartılma olayıdır.

Az önce de bahsettiğimiz Aslantaş yazıtındaki heykeldeki ifade ve semboller de belki bunun anlatımından başka bir şey değildir.

Çünkü Pagan inancında HERŞEY TANRIDIR demiştik.

Böyle olunca da mahkemedeki sanıkta, hâkimde aynı varlık olmaktadır.

Ta ki o farkındalığı öğrenene ve VİCDANINI bir TÜY haline getirene kadar.

Pagan sisteminde herşeyin tek ve yüce bir varlık olduğundan sohbetimizin başından beri bahsetmekteyiz.

Yukarısın aslında aşağıya bir yansıması olması nedeniyle de yukarıyı anlamak adına aşağının yukarıdaki sisteme uyarlanmasının/ yukarıyı anlamada daha kolay olacağı inancı vardı.

İşte bu nedenle doğada var olan özellikle hayvansal karakterlerin yaşadıkları toplumda sergiledikleri davranış ve güçle bağlantılarından bir sistem oluşturulabilirdi.

Aslında çok önemli gibi olmayan bu detay ise kökeninde başka bir öğretiyi gizlemesi idi. Bu da yerdeki sembolik maddesel vurgunun gökteki yansımasıydı.

Yerde yaşayan, beş duyu ile kesinleşen bu varlıklar/ aslında gökyüzünü anlamak, anlatmak ve konuşturmak için birer araç olurlar.

Pagan sisteminde esas, doğa demiştik elbette bu durumda göğü devreden çıkarmayı asla düşünemeyiz.

Evet gökyüzü, ucu bucağı olmayan, her türlü nimet ve felaketin geldiği veya sebep olduğu genelde karanlık ama sınırlı aydınlık güç.

İşte bu güç yaşamın ve geleceğin esas etmeniydi.

Oradan gelmişlerdi ve oraya döneceklerdi.

Bu bedensel olmasa da böyle idi. Böyle olunca da onu anlamanın, onun lisanını konuşmanın yolları olmalıydı.

Çünkü en büyük yaratıcı oradaydı ve o bütün varlıkları o mekânda var etmişti.

Bu noktada orasının bilgisini anlamak, öğrenmek gerekiyordu.

Bunu yapmanın yolu ise o gücün varlığında yaşamdaki oluşan olayları tespit etmek, anlamak ve öğrenmekti.

Neydi bunlar yağmur, kar, kıyamet, sıcaklık, kuraklık, yeniden doğum, yaşam, ekin, bitkiler, sular, doğumlar ve ölümler. Bunların hepsi gökyüzünde belli düzenler bir araya gelince oluyordu.

 

ASLAN BURCU

Gökyüzünde bir büyük şekil ortaya çıkınca ormanların kralı avlanmaya çıkıyordu. Ve o gökyüzündeki şekil ise tıpkı ona benziyordu. Her zaman döngüsünde o gökteki aslan yerini aldığında bizim yeryüzü kralı da avlanmaya çıkıyor, çocuklarına avı öğretmeye çalışıyordu.

OĞLAK BURCU

Gökyüzünde ne zaman bizlere süt veren bu küçük oğlağa benzeyen şekil oluşsa bizim oğlakların yavruları oluyordu.

YENGEÇ BURCU

Gökyüzünde yengece benzeyen yıldızlar topluluğu ne zaman çıksa sulardan bazı yan yan yürüyen tıpkı o şekle benzeyen hayvanlar karaya çıkıp yumurta bırakıp çoğalıyorlardı.

BALIK BURCU

Ve ne zaman tıpkı balığa benzeyen konum oluşsa, ortalık sellere kapılıyor her tarafı sular kaplıyordu.

Neredeyse balıklar gibi karada yüzecek hale geliyorlardı.

RUHBAN GRUBUNUN DOĞUŞU

Böylece insanoğlu bu olguları tespit etmeye başladığında yaşadığı kara parçasında olacak olayları kısmen tahmin etmeye başladı.

Göksel şekillerle bağlantılı olarak da yeni öğretiler sistemi ortaya koydu.

Ama bazen bunlar şaşıyordu.

O zamanda bazı yan etkenleri öğrenmeye araştırmaya başladı.

Gördüğü şeyde ise ay veya bazı hayvansal figürler bu belirlenen ana figürlere çok yakın duruyordu.

Köpek gibi olan grup, ortalığı suya boğan kova gibi şekle yaklaşınca her tarafı kaplayan beyazlık tahammülsüz değil, yumuşak geçiyordu ve köpek bizi koruyordu.

Ama ayağa kalkmış ejderha eğer kova grubuna yaklaşırsa kar çok kalın oluyor; hayvanlar ve insanlar ölüyordu.

Evet, ejderha kötüydü bizi yok etmek istiyordu.

O zaman ejderi kovmak için bizde kurbanlar vermeliydik ve köpeği, kaplanı, okçuyu veya yılanı yardıma çağırmalıydık.

Çünkü eğer onlar yardım ederse o beyazlık o kadar korkunç olmuyordu.

Bunları ise ancak bu lisanı bilen ustalar yapabiliyordu. O halde onlara karşı daha saygın olmalıydık ve o kutsal kişilerden bir şeyler öğrenip bizlerinde yarın yapabilmemiz için izin istemeliydik.

İşte böylece de RUHBAN grubunun doğuşu başlamıştı.

Bu ustalar bazı güçlerle donanmışlardı.

Doğa ile konuşuyor, onu anlıyorlardı ve göklerdeki ve yerdeki güçlerle irtibata geçebiliyorlardı.

Onlar saygındılar.

Onlar YÜCE idiler.

O halde bu yüce insanlar sahip oldukları güçlerle paralel semboller ve simgeler taşımalıydılar.

Onlar başlarına KARTAL TÜYÜ veya TÜYLERİ, sırtlarına KURT POSTU, ASLAN DİŞİ veya YELESİ giydirmeliydiler.

Temsil ettikleri güçle BİRLEŞMELİYDİLER. BİR OLMALIYDILAR.

Bunlar öldüklerinde de o sahip oldukları yüce güce yakın yerde uyumaya devam etmeliydiler.

Onlar yeryüzünün en yüksek yerlerinde özel, sonsuza kadar kalabilecek, kimsenin ulaşamayacağı yerlerde korunmalıydılar.

Çünkü onların sonsuz yaşamları her daim bizlerle konuşacaktı.

Onların bizleri koruması içinde tüm kıyafetlerini eşyalarını da yanlarına koymalıydık.

O halde köyün soğuktan bizi koruyan dağının köye bakan yüzünde TAŞTAN EV YAPILMALIYDI.

Ama bizimle rahatça konuşabilmeleri ve bizlerin onları duyabilmesi içinde herkesin oturup bir araya geleceği bir açık hava toplantı yerini yönü onlara bakacak şekilde yerleştirilmeliydi.

Bu toplantı salonunu Güneşin doğduğu ve battığı yönlerin aksında olması gerekmeydi, çünkü bu yer ustanın efendiye GÜNEŞ TANRIMIZA rahatça yakarabilmesi için mutlaka onun ışıklarını ilk verdiği yöne bakmalı ustanın sırtı oraya hiç dönmemeliydi.

Yüce Kâhin mutlaka Doğunun ışığını görebileceği ve yansıtacağı bir konumda oturmalıydı.

Çünkü o güce sırtını dönemezdi.

Bu mabede giriş ise en emin yerden yapılmalıydı.

Girenlerin saflığı ve temizliği test edilmeliydi.

Onların birgün yansıtacakları ışığın çocukları olduğu onlara hissettirilmeliydi.

Bu mabed içinde de Yüce Yaratıcısının şekillenmiş efendisine yakaracak, ondan yardım isteyecek özel bir yer olmalıydı.

MABETLERDE DOĞU BATI EKSENİ

İşte bu anlayışlarla da herhangi bir kurala bağlı kalmaksızın ortaya yavaş, yavaş gelenekler çıkıyordu ve güneş tapınakları Doğu-Batı eksenine oturmaya en kutsal mekân olarak DOĞU yönü alınmaya Yüce kâhinin veya YARADANI temsil edenin BATI yönünde oturması ve mabede de DOĞUDAN giriş yapılmaya başlanıyordu.

Doğal olarak ta oturma, dinleme mekânları da Kuzey ve güney yönlerinde oluyordu.

Zaten şehirde böyle oturtulmamış mıydı?

Zamanla bu kural mekân sıkıntısı nedeniyle uygulama alanından pratik olarak uzaklaşmasına rağmen teorik olarak bu esas kullanıldığından günümüzde de sistem aynen uygulanmaktadır.

Daha da ileri giderek adeta motto haline gelen IŞIK DOĞUDAN YÜKSELİR de denerek tapınmanın veya ibadetin doğu yönüne yapılması esas alınmıştır.

KÂBE

Bu bilgi ile inşa edilmiş dünya üzerindeki hala varlığını sürdüren tüm KADİM enerji merkezlerine baktığınızda da aynı esası görürsünüz.

Muhammedi inancının en kutsal mekânı olan KÂBE köşe aksları ile tam Doğu-Batı ve Kuzey –Güney akslarındadır.

Giriş kapısı Doğu yönündedir.

Kâbe konumu itibarı ile bir başka özelliği daha taşır.

O da KÜP TAŞ olmasıdır.

Ve bu formu koruyan bilinen en sayılı mabetlerdendir.

İçinde üç sütun vardır.

Bunlardan ortadaki sütun köşegenlerin kesişme yerindedir.

Bir diğer yapı ise VATİKAN avlusudur.

Bu kere tam bir DAİRESEL mabet söz konusudur.

Ancak Bu alana giriş tam DOĞU yönünden yapılır.

Yine ortada Kuzey-Güney aksinde Üç sütun bulunur Bunlardan MERKEZDEKİ Sutün en yüksektir.

Vatikan alanının Doğu Ucunda ise Beş köşeli YILDIZ biçiminde bir yapıt yer almaktadır.

Yine bir diğer ayakta kalabilen ve en alt mahzeninde bilinen ilk güneş mabetlerinden birisini taşıyan örneklerinden birisi olan Mardin Dar-ül Zaferan manastırının görmekteyiz.

Olmaz ise olmazı mutlaka güneşin doğum noktasında bir pencere açılmış olmasıdır.

Dış mekânları ise adeta sanat eserleri ile süslüdür.

En usta işlemeler, freskler, montürler ve taş işçiliğinin harikaları, mitler ve efsaneler bu binaların dış yüzlerinde adeta sanat eserleri yaratırlar.

Yapının en eski M.Ö 5-6 yüzyıla dayanan kulesinin en üst balkonun altında çok özel işlemeler Nuh tufanı esnasında gemiye yüklenen hayvanlarının resmedildiği bu yapıtta binanın nasıl bir koruyucu özellik gösterdiği de anlatılmaktadır.

Kısaca tufandan yani bir yıkımdan saklanılacak en emin yerin o kutsal mekân olduğu ve tufandan ders alınması gerektiğinin motiflerle işlenmiş olduğunu görmekteyiz.

PAGAN VE KUŞLAR

Bu genel kısa satırbaşı bilgilerden sonra isterseniz şimdi tekrar PAGAN öğretisinin sembollerine geri dönelim.

Pagan öğreti sisteminde kullanılan tüm semboller DOĞA ile ilgilidir.

Yani doğada yaşayan varlıklardan seçilmişlerdir.

Bu semboller yaşamları içindeki davranış, güç, yaşam disiplinleri ve toplumsal etkinlikleri gözlenerek semboller arasına yerleştirilmişlerdir.

Bu sembollerin göksel cisimlerle eşleştirilmesinde de yine aynı etmenler dikkate alınmıştır.

Bu semboller asla ulaşılamayacak, keyfi vahşiliği olan, zevk için can alan varlıklar değildirler.

Tam tersine eğer dikkat edilecek olursa düzeni koruyan ve uygulayan, yaşamları sert ve güçlü varlıklardır.

KARTAL

Bunların başında KARTAL gelir. KARTAL daima Tanrısallığı bazen En Yüce Yaratıcının bedenlenmiş varlığını sembolize eder. Aslan gibi o da GÖKLERİN KRALIDIR.

Bu nedenle çoğu kez aslandan çok kullanılmıştır.

Genelde kanatları açık vaziyettedir.

Başının üstünde mutlaka Güneş taşır.

Kanatlarının içleri sanki parmaklarmış gibi şekillenmiştir.

Mabetlerin mutlaka DOĞU duvarlarında ve Kralın veya Liderin oturduğu mekânın üzerinde yer alırlar.

Aslan başlarının genelde tahtlarda veya mabet girişlerinde kullanılmalarına karşın kartal doğrudan taçlarda, asa başlarında taht üstlerinde ve bayrak, sancak gibi malzemenin üzerine yerleştirilmiştir. Bazen sancak, asa veya silahların kabzalarına da işlenirler.

İlk önceleri tek başlı olmasına karşın Anadolu Selçuklu döneminde tıpkı Maya ve İnka gibi çift başlı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Kartal bu dönemden sonra başı üzerinde güneş taşıyan figürlerle sembolize edildiği gibi kartalın çift başı sanki güneş gibi de sembolize edilir hale gelmiştir.

Genelde tek ve sol tarafa yani geleceğe bakan formları varsa da çok uzun zamandan beri iki tarafa da yani çift başlı olarak kullanılması daha yaygındır.

Kartal hem ruhsal hem de bedensel özgürlüğün sembolü olduğu gibi çift başı ile gelecekle geçmiş, karanlıkla aydınlık, madde ile mana, bedenle ruhun birlikteliğini de sembolize edilmiştir.

Anadolu medeniyetlerin de genelde Uygur kartalı olarak ta bilinen çift başlı katrak tüm yazıtlarda başlangıç mottosunun üzerinde yerini alır.

Birçok güneş kültü yazıtında ise kartalın beden şekli adeta bir güneş haline getirilerek uçmakta olan veya iki tarafa kanat açmış bir güneş sembolü de yaratılmıştır.

Kartal sembolizması Orta-doğu ve Kızılderili misterlerinde çok yer alan bir semboldür.

İşte bu noktada kafalar biraz daha karışmaktadır.

ORTA-DOĞU VE KIZILDERİ MİSTERLERİ

Bu iki kült arada okyanuslar bırakarak var olmalarına rağmen hemen, hemen aynı hayvanları güç sembolleri olarak kullanmışlardır.

Böyle olunca da istemeden bu iki kültün ortak noktalarını araştırmak yerinde olacaktır.

Bunların daha detaylı araştırılması sonucunda günümüz öğretilerin hangi kaynaklardan etkilediği de ortaya çıkacaktır.

BAYKUŞ

Diğer bir hayvan ise BAYKUŞTUR. Baykuş tüm öğretilerde kesintisiz BİLGİ’Yİ sembolize etmiştir. Bu bilgi KADİM BİLGİDİR.

Geceleyin görünür ve güçlü olması, inanılmaz görüş ve sentez kabiliyeti, avlanma konusunda çok güç olması ve hala koruduğu içgüdüsel yapısı onun bu sembolizmayı hak ettiğini göstermektedir.

Karanlık çağlarda bilgiyi sembolize ettiği için UĞURSUZ sıfatı yakıştırılması karanlık güçlerin temsilcisi olması da bize BİLGİ’Yİ sembolize etmesindeki gizemi doğrulatmaktadır.

Mısır öğretisinde AMON yani Güneş ve RA yani Bilgi için kullanılan semboldür.

Önceleri ŞAHİN kullanılmış ancak KARTAL ile olan karışıklığı ayırmak için BAYKUŞ’A dönülmüştür.

Yine Yunan öğretisinde de ATHENA baykuş ile sembolize edilmektedir. Baykuş kanatları açık olarak gösterilir ki bu çoğu kez ATHENA için geçerlidir ve FIRTINA tanrısını sembolize eder, yani gücü simgelemektedir. Akad, Asur ve Babil’de ise tanrıça İştar’ın bilgeliğinden gelen gücünün sembolü olarak heykel ve fresklerde yer alır.

Baykuş simya ve İskandinav öğretisinde kâhinlerin ve bilim adamlarının omuzlarında veya çalışma alanlarında kütüphane üstünde bir rafta oturur vaziyette sembolleştirilmiştir.

Şimdi sizlere mesleğimizde de ilerleyen yıllarda çok önemli bilgi ve alegoriler yüklenecek olan üç kuş sembolünden bahsetmek istiyorum.

Bunlar ZÜMRÜDÜ ANKA – GÜVERCİN – KUZGUN’dur.

ZÜMRÜDÜ ANKA ölümsüzlüğü, yeniden doğumu, sonsuz yaşamı ve yok oluşu sembolize eder.

Rengi KIRMIZIDIR.

Genelde PAGAN mabetlerinde BATI yönünde işlenmiş semboller vardır. Küllerinden doğan adı ile de bilinir. Bu da ölümden sonra yeniden doğumu veya ruhun ölmezliğini sembolize eder.

 

GÜVERCİN

Bir diğer kuş ise GÜVERCİN’DİR. Bu haberci olarak bilinir. Genelde ağzında bir dalla sembolize edilir.

Çoğu kez KUZGUN ile karıştırılır.

Güvercin BEYAZ rengi ile saflığı ve ruh temizliğini sembolize eder.

Pagan sisteminde DİŞİL temizliğin sembolü olduğu için AFRODİT, ARTEMİS, KYBELE mitlerinde bu mitlerin adına ithaf edilen TANRIÇALAR ile birlikte sembolleştirilmiştir.

Bunların elinde, omzunda, ayaklarının dibinde veya uçar pozisyonda sembolleşir.

Saf bilgi ve yaşam gücünü sembolize ettiği gibi DOĞUMUN da sembolüdür.

KUZGUN

Diğer kuş ise KUZGUN’DUR.

Kuzgun siyah ve hırçın duruşu ile gücü sembolleştirir.

KUZGUN eril bir karakterdir. Bu nedenle bazı öğretilerde kral asası üzerinde resmedilir.

MALTA ŞÖVALYELERİNİN sembolüdür. Tüm şövalyelerin asalarının üzerinde vardır.

Tekvin – BAP 8’deNuh’un gemisi karaya oturduktan sonra suların durumunu görmek için KUZGUN gönderdiği ve sular kuruyuncaya kadar dönmediğini, uçup durduğu yazılıdır.

En son ise Nuh bir güvercin gönderir ve güvercin geri döner, 7 gün sonra güvercini tekrar gönderir, güvercin ağzında ZEYTİN dalı ile gelir. 7 gün sonra güvercini tekrar gönderir, bu kez güvercin geri dönmez.

Bu efsanede üç büyük öğreti gizlenmektedir.

Şimdi bu üç öğretinin sadece satır başlarını paylaşalım.

Kuzgun hala öfkenin ve bağışlanmamanın sembolüdür ve bir kere gönderilmiştir.

Ayrıca ERİLDİR. Aynı güvercin üç kere gönderilmiştir ve ağzında zeytin dalı ile yani barışla gelir.

Üstelik biraz evvel de dediğimiz gibi DİŞİL ve DOĞUMUN da sembolü olduğu için yeni bir İNSANOĞLU veya CANLI neslinin doğumu da sembolize eder.

KUZGUN güvercin ile ters gibi yorumlansa da aslında birbirleri ile bir bütün teşkil ederler.

Biraz öncede bahsettiğimiz gibi KUZGUN Eril yapıdır ve siyahtır.

Güvercin Dişil yapıdır ve beyazdır. Kuzgun ve Güvercin aslında KARTALIN dünyevi yani İNSAN seviyesindeki yansımalarıdır.

Bunlar dışında, Hüthüt, ebabil, simurg, bülbül gibi daha birçok kuş bize kadim güneş kültünden değişik anlamlar için sembol olarak kalmıştır.

Diğer karasal hayvan sembollerine gelince

ASLAN

Pagan kültünde Denetmen ve Yaratıcı veya herşeyi gözetleyen güç ASLAN ile sembolize edilir.
Bu bir noktada da O yücenin sembolüdür.

Çünkü yüzlerce yıldır kara hayvanları içinde gücü ve kuvveti ile boy ölçüşülemeyen hayvan olarak bilinir ve bu nedenle hayvanlarında kralı ilan edilmiştir.

Yani DOĞANIN KRALIDIR. Aslan dolayısıyla TANRISALLIĞIN sembolüdür.

Koruma, iktidarın, düzen ve yüceliğin sembolü olarak hep vardır.

Kralların tahtlarında, saray veya tapınak yollarında mutlaka vardır.

Aslan gerek fizyolojik yapısının verdiği şekil ile ve gerekse biyolojik gücü itibari ile hep dokunulmaz olmuştur.

Özellikle erkek aslanın yele başının konumu GÜNEŞ’E çok benzediği için GÜNEŞ’İN yeryüzündeki şekillenmiş varlığı kabul edilir. Hala Doğu’da kutsallığını korumaktadır.

Aslan birçok tapınakların kapısına iki nedenle konulmuştur.

Bunlardan biri korumak amaçlıdır. Bu kötü ruhlu kişilerin, kötü fikirli kişilerin mekâna girmesini engellemek içindir.

Diğeri ise kutsallık sembolüdür. Bu da bu mekânın kutsal bir yer olduğunu ona göre davranılması gerektiğini gösterir.

KÖPEK

Köpek PAGAN sisteminde sadakati ve koruyuculuğu doğrudan koruyucu tanrı ile özdeşleştirilmiştir ve kutsal sayılmıştır.

Köpek her kültte bekçi, koruyucu ve ön atak gücü sembolize eder.

Genelde Apollon, Ares gibi savaşçı güçlerin heykellerinde ejderhayı yenme anında ağzı açık motiflenir.

Göbekli tepe kazılarında ise YABAN DOMUZU’NA saldıran insanın önünde ve vahşi görünüşlüdür.

İnsanı korur pozisyondadır.

Sadakati, ataklığı, sahiplenme duyguları ile söylediğimiz gibi Koruyucu Tanrı ile eş kılınmıştır.

Köpek çoğu kez rengi ile de iyi veya kötü yani aydınlık veya karanlık yanları sembolize eden nadir hayvandır.

Çünkü hem karanlık yan için hem de aydınlık yan için kullanılır.

Genelde rehberliği nedeni ile de yol gösterici olarak bilinir.

Göksel plandaki yeri de bu özelliğinden kaynaklanır.

Gökyüzünde ister kuzey ister güney yarım kürede olsun sürekli doğu-batı aksında yer aldığı için rehber bir takımyıldızına bu at verilmiştir.

Ve gökyüzünde etkin görüldüğünde kış ayları hafif geçmektedir ki bu da doğaldır çünkü dünya doğuya yatık anlamındadır.

Dolayısı ile hava daha yumuşaktır, atmosfer hareketleri daha hafif geçer.

Köpek bugün dahi farklı öğretilerde rehber ve önder bilgiyi sembolize ettiği için birçok öğreti tablo ve motiflerinde bu yönü ile vardır.

Anadolu’da bildiğiniz gibi ister küçük ister büyük baş olsun hayvan sürülerinin yönetiminde çobanın en büyük yardımcısıdır.

Herhangi bir saldırı anında da korumacı özelliği ön plana çıkar.

 

 

SONUÇ

İşte değerli kardeşlerim yüzyıllarca sürecek efsaneler, mitler, inanç sistemlerinin temel kavramı yaşama böyle oturuyordu.

Bu sistemleri bugün hala bilinçsizce kullanmakta olduğumuzu da asla unutmayalım.

Örneklemek gerekirse bir dilek veya adak için yatırlar veya kutsal mekânlara iplik veya kumaş bağlamak aslında bizlerin ruhlarının ana kaynağımız olan yüce yaradanla bağımızı koparmamak adına yaşam ağacına attığımız çapalar olduğunu, biliyormuyuz?

Kem gözlerden arınmak için taktığımız mavi nazar boncuğunun koruyucu horus yani güneş tanrının sol gözü olduğunu hatırlıyormuyuz?

Mavi rengin YARATILIŞIN rengi ve TANRISAL VARLIKLARIN GÖZ rengi olduğunun farkındalığındamıyız.

Kötü sözden korunmak için kulak çekerek tahtaya vurulan üç darbenin aslında herşeyi duyan koruyucu tanrının dünyayı yaratıp gökle bağlantısı için koyduğu hayat ağacına vurulan çıkış darbeleri veya açış darbeleri olduğunu biliyormuyuz?

Ayrıca mesleğimizde de ümitsizlik anında yapılması gereken şeyler anlatılırken bizlere öğrettilen şeyin ne olduğunu araştırıyormuyuz?

Aslında iyi bakarsak mesleğimizde bile kullandığımız birçok PAGAN sembolünü görürüz.

Peki bunların farkındalığında mıyız?

Bu bilgiler ve bunlarla yaratılan semboller, yüzlerce yıldır bilinmeyen yolda yürümeye çalışan insanoğlunun büyük bir merakla araştırdığı Yaratılış, Yaratıcı ve onun eserlerinin sırları ile ilgili çalışmaları her geçen gün daha karmaşık ve çözümsüz bir hale gelmeye başladı.

Çünkü bilimle sınırlı gitmeye çalışan insan, daha doğrusu herşeyi bilimsel akılla çözmeye çalışan insan, kendi koyduğu kural ve kanunları her yeni bulgu karşısında değiştirdikçe ve pardon dedikçe bu kere kadim bilginin özünden de uzaklaştı.

Bu kere mistik ve diğer metodları da bilimsellik içinde incelemeye aldı.

Çünkü YARATICININ YARATIŞ sırrı insanın AKIL diye sınıfladığı, kendi kuralları içindeki kısır döngü sistematiğinde çözülememekteydi.

Peki, şimdi ne olacak bunca yıldır üst üste konulan ve bir üst basamağa çıktıkça daha kapalı, anlaşılmaz ve açılamaz olan semboller yumağının içinden, bunca kültün altından nasıl kalkacağız.

Bunca bilgi birikimi içinde hangisinin hakiki bilgi, bakın gerçek demedim HAKİKİ BİLGİ olduğunu nasıl anlayacağız?

Bu sorunun cevabını ise bence yine kadim ustaların yaptığı gibi bakışımızı önce içimize sonrada yukarıya çevirerek bulabileceğiz.

Çünkü sır göksel tanrılarca yazılmış, şekillenmiş ve açıklanmış.

Onu anlamak içinse biz SALT HAKİKATİ öğrenerek KENDİMİZE ama SALT GÖZLE bakarak analiz etmeye, parçalamaya, araştırmaya, kazmaya çalışacağız.

Evet, bilimi de kullanacağız ama bilimin dogmalarını değil ışığını yakalayarak HAKİKİ ÖZ BİLGİNİN parçalarını bulup yapboz’u (puzzle) çözmenin yollarını arayacağız.

Bunun içinde tüm kadim yolları anlamaya çalışarak, özünü öğreneceğiz ve bunu bu mesleğin SIRLARI ve SATIRLARI arasında yeniden yapmaya çalışacağız. Kolay mı?

ASLA

Zor mu?

ASLA

Peki ya o zaman?

İŞTE CEVAP ZAMAN.

ZAMANDA yol alabilirsek işte O ZAMAN?

 

KAYNAKÇALAR

http://pagan.psisik.com/

İslam ve Pagan

Güneş Ay Venüs – İslam (diğer dinler) Masonluk Pagan

Sirius Gizemi ve Mısır öğretisi,- Marry HOPE

Hermetik Bilge PHITIGORAS _ Malik İlyas TANRIBAĞI

Tanrılar Okulu – Stefano E. D’ANNA

Tüm Çağların Gizli Öğretileri – Manly P. HALE

Fraternis – Burak ELDEM

Kozmik Okyanus – Burak ELDEM

Maya Takvimi ve Bilincin Dönüşümü – Carl J. CALLEMAN

Üç Bilge Kral –  Adrian GİLBERT

Kuranın Gizli Öğretisi – Ergun CANDAN

  1. Gezegen – Zecharia SITCHIN

Ezoterik Mısır- Erich HORNUNG

Anadolu’da Paganizm – Şinasi GÜNDÜZ

Türk Mitolojisi – Murat URAZ

Türk Mitoloji Sözlüğü

Paganizm – Vikipedia