Şüphesiz ki hepiniz bu başlığı gördüğünüzde Kuthan yine bir heyecan yaratmak için enteresan bir başlık seçti ve bir teşbih veya eskilerin değimi ile mecaz-ı mürsel yaptı diye düşünmüş olabilirsiniz. Ama hemen cevap vereyim. Kesinlikle HAYIR.

Burada bahsetmek istediğim konu biraz eskilere yolculuk yaparak gerçekten BİLGİ kavramının kaynağını bulmaya çalışmak ve bu kaynaktan başlayarak da kısa yolculukla insanlığın bu hazineye bakış açılarını kendimce yorumlamaktır.

Tabii bunu yaparken de izniniz ile önce kelimelerin anlamları üzerinde kısaca duracağım.

Hemen ilk kelimeme geçeyim KARANLIK. Karanlık dediğimizde aklımıza gök yüzüne baktığımızda veya henüz lambası yakılmamış bir odaya girdiğimiz de karşılaştığımız durum gelmektedir. Yani bizim gözümüzün algıladığı frekanslar içinde etrafımızı görüp farkındalığına ulaşamadığımız ortam gelmektedir. Biz buna aydınlatılmamış ortam da diyoruz. Peki gece gökyüzüne baktığımızda hiç mi ışık yok? Yoksa gördüğümüz o küçük pırıltılarla aydınlatılmış sonsuz boşluk hakikaten karanlık mı? Ya o bize ulaşan ışıklar bizim baktığımız an aslında yok olmuşlar ise? Size daha böyle binlerce soruyu arka arkaya sorabilirim. Burada esas anlatmak istediğim oysa karanlık kavramı. Karanlık insan oğlunun henüz algılayamadığı, beyin, beyincik diğer algılama ve farkındalık sistemlerinin sınırları ve ölçümleri dışındaki tüm ortamların genel adıdır. Çünkü çok ama çok fazla ışığa da maruz kaldığınızda da bir süre sonra etrafınız simsiyah bir bulut ile kaplanır. Bu o frekansı algılayamadığınız andır. Bu işitme ve tat olma duyuları için de geçerlidir. O halde karanlık bir olgu değil bir tanımdır. Böyle olunca da biz kafamızı kaldırıp gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz karanlık aslında ışıksızlık veya farkındalıksızlık diyeceğimiz bir konumdur. Bu kısa fiziki ve tıbbi tanımdan sonra bakalım eski yazıtlar ne demiş.

“Her taraf karanlıktı.

O karanlık sular üzerinde gezinmekte idi.

Yalnızlığını, bilinmezliğini, sonluluğunu, hissetti.

 Ve O sonsuzluğun karanlığında kendinden ışığı yarattı,

Işık karşısında ki sonsuz aynada yansıdı.

O yalnızlığını gördü,

Ve aynaya baktı

Dedi ki OL !

Ve alem oldu.

Dedi ki ışık ışığın, karanlık karanlığın olsun.

Ve gece ile gündüz oldu.

Dedi varlığın olsun

Ve varlıklar oldu.

Ama henüz hareket yoktu.

O baktı ve düşündü.

Başlangıç yok, son yok,

O halde amaç yok, hırs yok, ego yok, yaşam yok.

Dedi nefesim canın olsun.

Ve canlandı evren.”

 Belki bu satırlar sizlere bir şey ifade etmeye bilir. Ama gelin sadece söz olarak görülen bu tanımların bir de satır hatta kelime aralarına bakalım.

Tüm kadim bilgilerin ortak anlatımında da görüyoruz ki öncelikle bir ışıksızlık ve karanlık diye tanımladığımız bir ortam var. Bu ortamı tanımlamak için Yunan öğretilerinde eski stoacılar ve günümüzde teozoflar “Ether” veya “Esir” dedikleri madde için insanın beş duyusu ile algılayamadığı; katı, sıvı ve gaz hallerine oranla yoğunluğu daha az, vibrasyonel hızı daha yüksek, daha süptil ve daha akışkan halini ifade eden bir tanım kullanırlar. Bu yapı bazen beşinci element olarak da nitelense de aslında bir ortamdır. Ve tüm yapısal bütünlüğün titreşimlerinin özünü ve yapısını da içerir. Tüm kainatlar bu ortam, madde veya adına ne verilebileceği henüz kavramsal olarak oluşmayan bir yapıdan oluşmuştur. Bugün bunun varlığı gerek kuantum ve gerekse modern kozmo-fizik tarafından da resmen kabul edilmiştir. Fransa Sorbonne ve ABD Michigan ile Wisconsin Üniversiteleri ile NASA ve HAARP kurumları da bu yapısalın varlığını peşinen kabul ederek çalışmalarına devam etmektedirler. CERN deneyinde ortaya konulmaya çalışılan HIGGS parçacığının esas amacı da bu ortamın peşinen kabulü ile başlayan yapıdaki iki enerji partikülünün çarpıştırılarak elde edilen enerjinin yaratılışın temel olgusuna çözüm bulmak içindi. Ancak sonuç olarak hala kendi kuralları ve pardonları ile giden Kâinatta olan bazı olayların kabulünden uzak İNSAN yine sükutu hayale uğrayarak parçanın çok kısa bir zaman sonunda sönmesi ile yine yeniden deneylere başladılar. Bu bilgi de benim o konsorsiyumda çalışan ve kısa bir zaman evvel derneğimizde de konferans veren araştırmacı misafirimizden öğrendiğim bir veridir. Bunu da anlatmaya çalışırken sanırım ettiği yemin gereği çok detay vermeksizin çalışmanın çok kısa zaman sonra yeniden başlatılıp daha uzun süreli parçacık oluşumu izlemeye çalışacağı gibi bir cümle ile kapalı anlatımından çıkarımımdır. Devamında da yaptığım çalışmada da parçacığın kısa zamanda sönümlendiğini başka kanallardan da doğrulama imkânım oldu. Bu şu demek mi idi acaba insanoğlu için

“Kâinat Yok”

Evet ilk akla gelen soru bu idi. Hatta bazı medya kanallarında da çok sansasyonel olarak da bu ifadeler CERN içinden aktarıldı.

Ama İnsan aklı yenilgiyi kabul etmemeye kararlı.

Bana hemen Kuthan bu ne giriş diyeceksiniz. Alışmadığınız bir başlangıç. Ama hemen söyleyeyim ki biraz sonra anlatacaklarımı daha iyi ifade edebilmek için bir zemin hazırlığıdır.

Dostlar konu başlığında çok net bir ifade ile Bilginin karanlıklığını belirttim. Biz bilgiyi bilme gücünden her zaman uzağız. Bizler bilgiyi bilebilme gücünde değiliz. Çünkü biz elde ettiğimiz her veriyi mutlaka ama mutlaka beş duyumuz ve bu beş duyumuzun kontrol merkezleri olan beyinin korteksi ve dokusal olarak da onun yansıması olan reflekslerimizle yorumlama ve sonlandırma disiplininde olan varlıklarız. Bu böyle olmalı mı idi? Evet kesinlikle böyle olmalı idi. Çünkü VAR EDİLİŞ nedenimiz KÖLELİK.

Şimdi hepiniz saçmalama diyeceksiniz. Çünkü beyniniz anında reaksiyon verdi ve sözde kalbiniz ve refleksinizle duvarınızı örmeye başladınız. Ama bir saniye o aralıktan bir soru sorayım? Ya para kazanamazsanız? Ya aç kalırsanız? Ya ölürseniz? Ya hastalanırsanız? Ya tek başınıza kalırsanız?

Off çok soru oldu. Ne oldu kapı aralık kaldı değil mi?

Evet aralık kaldı. Çünkü korteksiniz şu an iflas etti. Şu an beyninizin İç kısmı korteksinizde küçücük bir çatlak açtı. 

Veeeee müsaadenizle ben oradan içeriye sızıyorum….

Şimdi lütfen sırtınıza yaslanın sakin olun. Bizler bu dünya dediğimiz mavi yuvarlak üzerinde şans eseri öyle insan ve yobaz yazmalarındaki gibi taştan topraktan suyla karıştırılıp nefesle filan yaratılmadık. Cennetten de kovulmadık. Bunların hepsi kölelik müessesinin hazırladığı senaryoların mizansen ve detaylarından başka bir şey değil. İşte size bilginin karanlıklığının başka bir yüzü. Bu bilgi gerçekten karanlıktır. Çünkü HAKİKATİ aktarmamakta ve birilerine, bazı zümrelere hizmet için var edilmiştir. Biz bu bilgi ile ne Işığa ne de aydınlığa kavuşamayız. Bu bilgi ile yola devam edenlerin sonu yoktur. Bu bilgi sadece zengin olma, iktidarda kalma ve gücü elinde tutmak adına söylenen en basit yalanların temelidir.

Biz bu muhteşem mavi top üzerinde birileri tarafından DNA ve RNA’larımızda oynanarak EVRİLDİK.

Nerden? Zaten burada yıkımlardan kalmış olan bizim tanımımızla ve Darwin’in de bilimsel olarak net ifade ettiği MAYMUNUMSUDAN evirildik. Bu maymunumsunun kökünü araştırmamız ise bu zaman diliminde ve bu bilgi sınırları içinde İMKANSIZ. İşte size yine BİLGİ KARANLIKTIR cümlesinin bir açılımı daha. Bu bilgi seviyesi cümlesi hala bilgimizin tam oluşmadığını, anlaşılmayan, çözülemeyen karanlık yanlarının varlığını ispatıdır. Konuya devam edelim. Kimdi bu evrimi yapanlar. Artık, her ne kadar ülkemiz ve ülkemiz seviyesindeki gelişmişlik düzeyindekiler verilmese de, çok üst düzeyde milyarlarca bilgi var. Bu evrim çok üst düzeydeki varlıklarca yapıldı. Peki kanıt? Çok basit. Hem Pro-Uygur, hem Gılgamış, hem Sümer, hem Kaballah ve hem de Kur’an’da da çok net anlatılmış. Bizi var eden BİZLER….

Biz sizi sulp= (yani kan pıhtısı, tek hücreli bir zigot, biyolojik çamur, DNA) dan var ettik. Evvet doğru. Biz bir yeni DNA revulotionuyuz. Bu gezegende var olan o daha gelişmiş varlık artığına yapılan DNA manipülasyonu her seferde, her deney de dahaları değiştirilerek ve bir iki yıkım = Tufan ile temizlenerek ve yeniden yapılarak en son da Nuh Tufanı ile nihai noktasına ulaşan varlıklar olduk. Görevimiz çok netti. Bu gezegende var olan ve o yaratıcılarımızın geldiği gezegenin hayati varlığını devam ettirecek çok önemli bir maddenin çıkarılması ve transferinde çalışmak.

İşte insan oğlu denen bu zavallı için Karanlık Bilgi böyle başladı. Çünkü bu evrim veya devrim aslında o maymunumsu için gerçekten bir bilgiye ulaşım olurken, yeni yaratılan için ise son derece vahşi bir önceki bilgi hazinesine veya kütüphanesine giriş oldu. O maymunumsu bu evrimde kendisine eklenen DNA veya RNA formülasyonu ile Bilgisinin Karanlıkta kalan kısımlarının cevaplarını bulmaya başladığında, karanlıkların derinlerinde başka bilgilere de ulaştı. Bu da TANRI olabilme bilgisi idi. Yaratıcıları bunu fark ettiklerinde derhal tedbirler aldılar. Önce sınırlı ve kendilerine göre daha kısa olan ömrü daha da zor ve kısa hale getirdiler. İşte bu o varlığın CENNETTEN çıktığı an oldu. Artık yaşamında, üzerinde yaşadığı toprağı ekecek, biçecek, bir zaman dost olduğu hayvanları öldürecek ve disipline edip evcilleştirip kendi için kullanacaktı. Ayrıca eskiden hissettiği deprem, yağmur, şimşek gibi olguları artık hissedemez ve onlardan korkar olmuştu.  Hakiki Bilgi onun için giderek karanlıklara gömülürken, elde ettikleri ise karanlık bilgi olmuştu. Öldürmek, Esir veya Köle yapmak. Tüm bu süreç içinde daha da evrilen veya devrimler yaşayan varlık giderek kazanımlarından sonuçlar ve kendince doğrular çıkarmaya başladı. Bu doğrular ise sadece kendi yaşamını daha iyi ve ileriye taşıdığını düşündüğü verilere dayanarak kesinleşti. Oysa Hakikat öyle değildi. Bu, bu yaratılan varlığın Yaratanlarına daha iyi hizmet etmesi için ona verilen sözde avantajdı. Oysa Hakiki Bilgiye sahip olanlar hakikatleri bu varlıktan gizlemek zorundaydılar. Bu yeni varlık bilemedikleri ve çözemedikleri kadar kısa sürede çözüm üretebiliyor ve gelişiyordu. Bunu gözlemlemişlerdi. Ancak bu bilgilerin mutlaka burada yaşamaya devam edecek gelecekte KENDİ DEVAMLARI olan varlıklara da aktarılması ve iletilmesi gerekiyordu. Bu nedenle de kendi bilgi seviyelerindeki ve karanlığın derinlerini görebilecek yeteneğe sahip olanların anlayabilecekleri şekilde üzerini perdelediler. Bunlara da semboller, alegoriler ve mitler dediler.

Bu sözlerimi kanıtlayan çok bilinen birkaç örnek;

“Biz onların kalplerini mühürledik ve gözlerine perde indirdik. KUR’AN”

“Hiçbir ölümlü yüzümdeki bu perdeyi açamaz. – İSİS”

 “Melakut aleminde et, kemik ve kan ile giremezsiniz. – Hz. İSA”

Belki buraya kadar anlattıklarımı okuyan değerli kardeşlerim,dostlarım bana “Kuthan kardeşim bu söylediklerinizin hiçbir kanıtı, belgesi ve bilimselliği yok. Bizim vaktimizi boşa işgal ediyorsunuz.” Diyebilirler. Hemen cevap vereyim evet bilimselliği yok yani 2 x 2= 4 değiller. Ama bunları ben yazmadım. Bunlar Gılgamış Destanında, Muazzez İlmiye ÇIĞ hemşirem tarafından çevrilen eski Sümer yazıtlarında, Muazzez hemşiremle birlikte çalışan Noah KROMER’in kitaplarında ve bu iki akademisyenin kaynakları ile yola çıkan ve kendisi de bir kardeş ve akademisyen olan Zecheria SITCHIN’in eserlerinde yazılanlar. Ben onlardan aldığım ışığı sadece birbirleri ile sentez edip sunuyorum. Ayrıca CERN ve NASA SPACE ACADEMY araştırmalarından hala geniş kapsamla açıklanmayan, özellikle ülkemizde hiç konu bile edilmeyen, ancak yabancı kaynaklarda bazen perdeli de olsa verilen yayınlardan çıkardıklarım. Bunlarım mesleğimizdeki yansımalarına biraz sonra değineceğim. Ancak hala bilginin neden karanlık olduğu ile de kısa birkaç cümle daha etmek istiyorum.

Size başka bir örnek daha vereyim. Hem de bilimsel. Kainatta bilinen adına titreşim dediğimiz f = extremly low frequency, sınırları 10 -15 hertz ile başlayıp 10 7 hertzte son bulmaktadır. Ancak bugünün bilinebilir ölçülmüş aralığıdır. Bu skalada görme ve işitme dediğimiz beş duyusal olguları da içine alan bir titreşim aralığıdır. Bu sınırlar içinde;

İnsan gözü 484 – 789 terahertz arasındaki renk ve ışık tayfını görebiliyor.

(1 terahertz = 1012 hertz) ( 1 kilo hertz = 10 3 hertz)

Ses olarak da 16 – 20.000 (2 kilohertz) hertz arasındaki sesleri en geniş skala olarak duyabilmektedir. Konuşma ve algılama olarak da bu skal içinde 200 – 8000 Hertz arasının farkındalığına varır. Ama insan kulağı 1000 – 3500 Hertz arasındaki titreşime duyarlıdır. Yani ideal bir insanın duyabilebileceği en geniş skala bu aralıktır.

Aldığım bazı verileri sizle paylaşıyorum;

Bazı varlıkların duydukları ve yarattıkları ses frekansları;

İnsan 16-20.000

Köpek 15 – 50.000,

Kedi 60 – 65.000

Yunus 150 – 150.000

Yarasa 1000 – 120.000

Ses üretme ise;

Erkek 100 – 8500,

Kadın 150 – 10.000

Köpek 450 – 1080

Kedi 750 -1520

Yunus 7.000 – 120.000

Yarasa 10.000 – 120.000 hertz aralıklarında farkındalığı olan skaladır.

Şimdi genel skala içinde skala sınırlarının 1/1.000.000 oranından bile küçük bir aralığının farkındalığında olan bu İnsan denen varlık için acaba bilgi sahibiyiz demek ne kadar realitedir ve AYDINLIKTIR.

İşte bu küçücük veri ışığında bilginin ana kaynağına doğru inmeye başladığımızda belki de bir çoğumuzun kabul edemeyeceği bir noktadayız şu anda.

“BİLGİ BİZA AİT DEĞİLDİR.”

Biz sadece bilmek eylemini yapanlarız. Çünkü bilgi yaratılışta ve hatta yaratılıştan önce de vardı. Çünkü bilgi bir enerjidir. Bilgi bilme eylemini yapana enerji yükler.

Bu enerji kadim zamanların enerjisidir.

Biliyorum KARANLIK kelimesi hepinizde aynı imajı uyandırır. Peki bu bir bilgi değil midir? Evet bilgidir. Peki ya yanlış bir bilgi ise? Yani karanlık ya kötü, ters, negatif bir güç değilse? Biz ancak KORKTUĞUMUZ için ve BİLME EYLEMİNİ yapamadığımız için KARANLIĞI ötelemiş durumda olamaz mıyız? Çünkü bizim algı birim ve yeterlilik frekansımız sınırlarının dışındadır karanlık. Oysa bir yarasa veya baykuş içinse olmaz ise olmazdır. Çünkü onlar ancak ışıksız ortamda güçlüdürler ve var olurlar. O zaman farkındalığımızın olmadığı bir şeyi öte diye tanımlamak cehalet değil midir? Oysa tüm bilgi karanlık içinde var edilmiştir.

“Her yer karanlıktı.

Zamansızdı.

Yaradan karanlık sular üzerinde dolaşırken birden bilinirliğini ve farkındalıklığını bilmek istedi ve IŞIK OLSUN dedi.

Ve IŞIK oldu.”

Işık dediğimiz enerjinin kaynağı KARANLIK değil midir? Işık karanlıktan doğmamış mıdır? Peki Işık bilgi midir?

HAYIR.

Işık bilgi değildir. Işık bize bilme eylemini yapabilmemiz için verilen anahtar, rehber veya araçtır.

Gelin bunu mesleğimizden örnekle anlatmama izin verin.

Tüm inisiyasyon törenlerinde yemini takip eden aşamada Ustanın emri ile göz bağları çözülerek adaylara DOĞU’nun Nur’u aktarılır. Peki bu bilgi midir? Hayır.

Bu aktarılan Işık aslında binlerce belki de milyonlarca yıl öncesinden kah perdelenerek, kah sembolleştirilerek, kah teatral olarak aktarılan Hakikatin Bilgisinin okunabilmesi için bize verilen alfabeden başka bir şey değildir.

Bu IŞIK RUHUMUZU, VİCDANIMIZI ve ÖZ BENLİĞİMİZİ aydınlatan onlara derinliklere gömdüğümüz kaynağı bulmamız ve hatırlamamız için gönderilen bir uyarı enerjisidir. VITRIOL de budur.

Tüm kadim bilgi mesleklerine inisiye olurken ilk girilen malum oda TEFEKKÜR HÜCRESİ. Bu hücre ne renktir? Siyah. Peki aslında Işık var mıdır? Hayır. Bakmayın biz her şeyi dürttüğümüz gibi onu da kendimize benzetip aklımızca esnettik. Ama orada sadece bir MUM vardır. Ve aday o mum ile her şeyi ve yeri görmeye çalışır. Biraz meraklı ise mumu eline alır yazıları okur ve şekilleri inceler. Peki neden? Basit. Aday karanlıktır, karanlıktan gelmiştir. Hangi karanlıktan? Kendi karanlığından, ona verilen, Hakiki Bilgiyle örtüşmeyen ve ona uymayan, karanlık bilgiden gelmektedir.  

Evet bizden evvelkilerin aktardığı bilgiler bizim için son derece önemli köşe taşı olacaktır. Ancak bu bilgi geleceğin şekillendirilmesi ve var edilmesi için yeterli değildir. Bırakın yeterliliği bazen bizi o yoldan uzaklaştıracak kadar dahi hatalı olabilir.

Peki biz bunu anlatmak için ne yapmaktayız. Hemen hatırlayalım.

Üstat : Bilgiler Koruyucusu kardeşim bilirsiniz ki buraya Işığın Kaynağına Yürümekte olmayanlar giremez. Söyleyin ona, buradan gitsin.

Bilgiler Koruyucusu : Kapımıza gelen hür ve iyi ahlaklı bir insandır. Dışarıda KARANLIKTA kalmıştır.

Üstat : Baş Usta bu adayın gözleri neden bağlandı?

Baş Usta : Üstat yaşadığımız madde dünyasın da karanlıkta kaldığını anlatmak için

İşte HAKİKİ BİLGİ açısından, her an bulduğumuz veya sahip olduğumuz hazine cahillik noktasında kalacaktır.

Eğer aklımızla bulduğumuz ve kesin doğrudur dediğimiz bir bilgiyle yola çıkarsak Hakiki Bilgiye ulaşmak amacından vazgeçmiş olacağız. Bu da bizi CAHİL yapacaktır. Cahillikte bizi KAOS’a sürükleyecektir.

O halde biz Bilgi Kaostur diyebilir miyiz? Evet. Bilgi kaosu yaratır. Çünkü Hakiki Bilgi olmayan bir bilgi sistemi yanlışlarla dolu bir hale getirip giderek artan bir karmaşa ve çıkmazlar zinciri oluşturur. Bu da Kaos yaratır. Ama insan Hakiki Bilgi’ye doğru yürüdükçe de kaos yaratır. Çünkü bilen kişi o zamana kadar bilgisizliğin yarattığı düzeni dağıtır. Bu dogmatik veya statik düzen için kaostur.

Ancak unutmamamız gereken bir diğer konu ise Kaos kadim bilginin kaynağıdır. Çünkü yaratımın öncesi ve ilk formudur. Onu insan varlığının henüz algılaması mümkün değildir. Kaos “Yaratılıştan Önceki maddesel olmayan ana potansiyeldir.” Olarak tanımlar kadim bilgeler. Kaos tüm bilginin özünü taşıyan enerjidir diyebiliriz. Ki bizim bunu henüz algılamamız mümkün değildir. O halde bilgi aynı zamanda Kaostur da. İşte bizim hala çözemediğimiz ve asla da çözemeyeceğimiz şey ise o KAOS’un DÜZENİDİR.

Acaba şunu diyebilir miyiz? O zaman Bilgi muhteşem bir dengedir. Çünkü yokluğu da kendi gibi Kaos yaratıyorsa ve kendisi Kaos’tan geliyorsa o zaman Hakiki Bilgi acaba Mükemmel bir DENGE MİDİR?

Eğer kadim bilginin aktarıldığı mabetleri ziyaret edersek bu özelliği açıkça hissederiz. Bu özellik DENGE’dir. Daha Mabede girişinde ilk, sağ ve solumuzda bulunan iki dev sütun bizlere bunu çok net özetlemektedir.

Üstten bir kemerle bağlanan iki giriş sütunlarını dengeleyen gücün KENDİNİ BİLME olduğu hep söylendi. Tıpkı kadim Delphi mabedinde de olduğu gibi. Kendini Bilme yani Hakiki Bilgiyi öğrenme, anlama ve ona vakıf olup onu temessül edebilme.

Tüm kadim mabetlerde Üç Sütun Işığından, yararlanılarak kutsal altar aydınlatılmaktadır. Oysa tüm bu mabetlerde bir de dördüncü sütun bulunmaktadır. Dördüncü sütun yeri ve ne olduğu belli ise de mabette henüz yeri olmadığı için, mabedin o gün ki inşaatı üç sütun üzerinde yürümektedir. Peki o dördüncü sütunda niye IŞIK yoktur ve KARANLIKTIR. O sütunun ne olduğu düşünüldüğünde sanırım bu cevabı her kardeşim, dostum hür iradesi ile verebilecektir.

Dostlar, kadim bilgelik mesleğin de her yolcu biraz evvel de dediğim gibi kendini bilme eylemini gerçekleştirmek zorundadır. Bu kadim bilgeliğe inisiyasyon töreninde Doğu’dan verilen ışığın ta kendisidir.

Dostlarım, kardeşlerim dilerseniz karanlığa yolculuğumuz fazla uzatmamak için çok kısa birkaç düşüncemi de dile getirmek istiyorum.

Hakiki bilgiye yani karanlığa yolculuğa çıkan bir yolcu, karanlığın derinliklerine girdikçe eskilerin değimi ile susmaya başlar. Doğu felsefesinde dendiği gibi;

“Ara, bul, öğren, sus.”

Bu bilginin sahibi olmaktan veya egodan değildir. Zaman geçip de tecrübeleri ve deneyimlemeleri artıkça elde etmiş oldukları bilgiden endişe etmeye başlarlar. İşte bu andan itibaren de yavaş yavaş suskunluğa geçmeye başlarlar. Bu o kişilerin bilgisizliğinden değil bilakis hem fazla bilgi hem fazla deneyim hem de eskilerin değimi ile pişmekten kaynaklanmaktadır. Çünkü bugün söyledikleri şeylerin yarın kendilerini bağlamasından veya kendilerini yanlışa götürmesinden çekinirler.

Şimdi sizler bana paylaşılmayan bilgi, bilgi değildir diyeceksiniz. Haklısınız. Ancak hemen söyleyeyim ki burada bahsettiğim bilgi SALT – HAKİKİ bilgidir. Bu her kişinin kendi özümsemesi, algılaması ve deneyimlemesine göre değişir. Yani siz bilgeliği veya kemal olmayı başka, ben başka tanımlarım. Bu kişilerin özgür aklı ile buldukları bir bilgidir. Anlatılmaz ancak yaşanır. İşte bu nedenle BİLGE kişi KETUMİYETİ seçer. Bilge kişi bilgisini ayni düşünce ve lisanla anlayanla paylaşır. Çünkü bilmeyene vereceği bir şey yoktur. Tıpkı kadim okulların halka, O’nu yaşamayanlara vereceği bir şey olmaması gibi. Kadim Bilgeliğin neyini anlatabilirsiniz ki? Acaba biz onu anladık mı ki? O’nu hissedip O’nu yaşadık mı ki? O’nu deneyimleyerek uygulayabildik mi? Yaşadı isek peki yaşadığınız bir duyguyu sözlerle ifade edebilir misiniz? Sözlerle ifade edilen duygu somutlaşmıştır. O artık duygu değildir. O sadece bir postulattır. İşte bu nedenle üstat ketumdur. Unutmayalım;

“Söz gümüş ise sükût her zaman altındır.”

Gümüş zamanla kararır gider. Siz onu ovmaz veya bir işlem yapmaz iseniz giderek kararır bir gün kimse onun gümüşlüğünü anlamaz siyah bir metal gibi görür. Çünkü çevre şartları onu hemen parçalar, okside eder ve bozar, oysa altın yıllar geçse de hep parlaktır. Onun parlaması için bir işlem yapmanıza gerek yoktur. O kendi doğal saflığı ile parlar.

İnsanoğlunun yaratıldığı günden beri ulaşmak istedi tek şey sonsuza kadar yaşamaktır. Bu onun sonsuzluğa duyduğu merak, özlem ve arayıştan gelmektedir. Sonsuzluğun güç olduğunu kabul ederek her şeyi ona endekslemiştir. Yaşamın ve YARADAN’ın sırrının bu olduğuna inanmıştır.  Çünkü farkında olmadan yaratılış anındaki kodları ile bilmektedir ki Bilgi oradadır. O ulaşamayacağı Karanlığın içinde. Oysa sonsuzluk bir sınırlamadır. Sonsuzluk kavramı ancak sınırlı akıl için geçerli bir kavramdır. Oysa tüm sınırları yok etmiş bilinen zamanın, bilginin üstüne çıkan bir zekâ veya varlık için sonsuzluk kavramı olamaz. Onun zaten kendisi sonsuzdur.

Bu maddesel varlıktan manevi varlığa, yani kalıplarla sınırlı yaradılıştan sınırsız yaradılışa geçmek demektir ki buda ÖLÜMSÜZLÜKTÜR. Yani Kadim Bilgi OLMAKTIR. Nasıl mı?

“Ara sıra günlük yaşantının kaygılarından uzaklaşarak düşünceye dalmalıyız. Vicdanımızın sesini dinlemeliyiz. Ancak böyle zamanlarda iyilik ve güzelliğin kaynağını görebileceğimiz geniş ufuklar gözlerimizin önünde açılır. Ve düşüncelerimiz Yüce Yaradan’a doğru yükselmeye başlar.”

Dostlar sanırım en kilit noktaya geldim. Bilgi Karanlıktır diye en baştan beri savundum. Evet bilgiye ulaşmaya başladığımızda yavaş yavaş maddesel bedenden, sanal değerlerden uzaklaşmaya başlarız. Peki bu ne demek diye soracaksınız? Bu bizim bilgimizle sanal olarak ÖLÜMDÜR. Bilgiye ulaşan kişi Ölümsüzlüğe gittikçe, artık Ölümsüz insan olmakta ve Ölümlülüğü bilmeye başlamaktadır.

Bu anlatılması için kelimelerin yetersiz kaldığı bir bölüm olacak. Ölüm bizler için son değil tam tersine bir başlangıç ve HAKİKİ EVİMİZ kabul ettiğimiz SONSUZ DOĞU’ya dönüştür. Bizler ruhun ölmezliğini kabul ettiğimiz içinde bu dünya dediğimiz sanal ve geçici ortamı maddesel elbisemiz olan beden ile deneyimleriz. Aslında çalışmalarımız ÖLMEDEN ÖLMEK üzerine kuruludur. İşte bu kısa girişten sonra HAKİKİ BİLGİ’nin kaynağı olan sonsuz yaşama olan aşkımız ve dönüşümüz aslında o bilgiye sahip olabilme ve artan farkındalığımız ile oradaki bilgiyi anlama için geri döneriz. Ölüm geçiştir, kapıdır. Bilgi bizi yeni bir idrak alanına boyutuna geçirir. Öldürdüğü ise acı duyan duygusal eski kişiliktir. Çünkü bilgi anlayışı getirir. Anlayış acıyı sonlandırır. Bu madde alemine geliş nedenimiz bir üst bilgi seviyesinin farkındalığı için ve Ana kaynağa hem enerji hem de yeni deneyimsel BİLGİ verisi, duygusu, deneyimini aktarmak ve anlayışımız arttırma içindir. Bizler artan farkındalığımızla edindiğimiz verileri ÖLÜM ile HAKİKİ kaynağa aktarırız. Ama aynı zamanda orada ki BİLGİ’yi de daha üst boyuttan algılamaya başlarız. Bu döngü farkındalık bilincimiz son aşamaya gelene kadar devam eder. Bu madde ortamına geliş nedenimiz ise yine burada ki deneyimlerimizle yeni BİLGİ edinmek içindir ve bu RUHUMUZ İÇİN ÖLÜM ve HAPİSTİR.

İşte bu nedenle tüm kadim bilgelik okullarında adayın meslekteki ilk başlangıcı TEFEKKÜR HÜCRESİ denilen tek başına kaldığı, hiçbir ses ve ışığın girmediği bir odadır. Orası aslında Hakiki Bilginin giriş kapısıdır. Orada o kadar çok sır vardır ki. Ve biz orada Karanlığın anahtarını alırız.

Her şey ve hiçbir şeyi olmayan sistemler üstü bir noktaya vardığınızda salt benlikle kaldığınızda bir adadaki insandan bir farkınız kalmayacaktır. İnanılması ve tarif edilmesi çok güç bir güce ulaşmak tüm sistemi kontrol etmek belki ilk bakışta herkese cazip gelebilir. Oysa işin birde başka yanını düşünün, her şeysiniz ama aynı zamanda hiçbir şeysiniz, varsınız ama aynı anda yoksunuz.

İşte bu nokta TANRI’laşma aşamasıdır.

YARADAN olma sıfatına sahip olduğunuz, bilinen ve tanımlananın üstüne çıktığınızda eğer bir şeyler yaratmaz ve tanımlanabilir yani deneyimlenebilir olmaz iseniz gücünüz neye yarayacak? Evet TANRI’laşmak tüm ego, kapris ve hırslardan, yaşam kalıplarından sıyrılmak, salt enerji, salt akıl, salt zeka olmak, durağan, dinginliğe ulaşmak, statik enerjiye dönüşmek bütün bunlar muhteşem şeyler olabilir.

Peki ya sonra?

“Her taraf karanlıktı.

O karanlık sular üzerinde gezinmekte idi.

Yalnızlığını, bilinmezliğini, sonluluğunu, hissetti.”

İşte bu noktada HAKİKİ BİLGİ bence ANAHTARDIR.

Hakikat Bilgisi’nin Sırrını yani O olmayı KARANLIĞI nasıl öğreneceğiz?

Sizlere dilim döndüğünce ve elimden geldiğince bildiklerimi aktarmaya çalıştım.

Yüceler Yücesi’ nin;

“Yaşamın en derin sırrı; yaşamı keşfetme süreci değil, onu yaratma süreci”

 olduğu öğretisini ve bu öğretiden yola çıkarak burada bulunma nedenimizin,

“Kim olduğumuzu hatırlamak ve yeniden yaratmak”

 eylemini gerçekleştirerek,

“ Gerçekte, kim olduğumuzu YARATMAZSAK, olamayacağımız”

yolundaki anahtarlarımızı elimizden almaması ve bizlere her zaman doğru kapıyı doğru anahtarla açma basireti vermesi gücü ve aydınlığı ile sizleri selamlarım.

Öyle olacaktır, inanıyorum.

Kuthan SAVAŞÇIN

17.Eylül.2017